Buradasınız
Anasayfa > Genel > Barış Manço / BAHA AKINER

Barış Manço / BAHA AKINER

Sosyal Medyada Paylaş

1900’lerdi! Dedim ya: En sonunda. Biz gördük de başımız göğe erdi ya. Milenyumdan 1 önce… 1 Şubat 1999’da; sarı çizmesiyle, belindeki kalın kemeriyle, kocaman yüzükleri ve yüreğiyle… O güzel atına bindi ve gitti Usta…

“Yazz dostuuum, güzel sevmeyene adam denir mi?

Yazz dostuuuum, selâm almayana yiğit denir mi?

Yazz dostuuum, yoksul görsen besle kaymak bal ile!

Yazz dostuuuum, garipleri giydir ipek şal ile!

Yazz dostuuum, öksüz görsen sar kanadın kolunu!

Yazz dostuuuum, kimse göçmez bu dünyadan mal ile!

Yaz tahtayaaa bir daha, tut defteriii kitabı!

Sarı çizmeli Mehmet Ağa, bir gün öder hesaaabı…” diyordu radyoda, gevrek sesli bir ADAM…

Sene; ya 78, ya 79…

Ne fark eder? Bir koku, bir şarkı, bir anı; insan hissettiğinde, en kısa yoldan bir yürek yolculuğuyla hemen o zamana, o âna gider…

70’lerin sonu, ya da 80’lerin başıydı. 9 yüz olanından…

Bir Pazar’dı günlerden…

Bin yıl mı geçti üstünden, yüz yıl mı bilemem? Ama bir asır geçmiş olmalı. Evet evet, bir asır önceydi…

İzmir-Tire’de; Mart ayının ortalarının bir Pazar’ında, gelen Bahar Bayramı’nı kutladığımız, Sultan Nevruz’da…

Maltepe’de yeşilliklerin arasında piknikteydik. Uçurtma uçuruyorduk tam o sırada. Radyoda bu şarkıyı duydum. Çocuk aklımla bıraktım oyunu…

Oyun mu? En sevdiğim eylemdi o zamanlar. Tüm çocukluğunu yaşamış çocuklar gibi hayatımın anlamı…

Oturdum: Sonuna kadar bu şarkıyı dinledim; sonra hep hayatımda, bu şarkıyı soludum, bu şarkıyı hissettim…

***

Sonraları gördüm, siyah-beyaz televizyondan gül cemâlini. “Gül” dedim farkındaysanız cemâli için; gülüyordu biz insanlarına, gül veriyordu ekranlarda konuklarına, bu naif yürek, gülümsüyordu çünkü hep…

Siyah-beyaz televizyondan bile, o kadar renk âhenk anlaşılıyordu ki; gülünce, evet gülünce ve sanatını icra edince, dünyamızı da güzelleştiriyordu…

Güzelleştirdi, yıllarca; ekranlarımıza, yüreklerimize hep konuk oldu…

 

***

Sonra, TRT Ankara Televizyonu’nda kesişti yolumuz. Sene 94, 95, ya da 96. Ne fark eder? Sanırım 9 yüz olanından demem yeter…

“Stüdyo TRT FM” programında; 00.30 ile 03.00 saatleri arasında, Televizyon – Radyo Ortak yayınına katıldı bir gün Usta…

Stüdyo konuğumuz oldu. Titizdi. Diğer sanatçıların aksine 1 buçuk saat önceden geldi stüdyoya…

Bizlerle tanıştı, bizleri tanıştırdı; aynı ekrandaki gibi güler yüzüyle, kıymetli benliğiyle…

Evet; her zaman olduğu gibi, gülüyordu yine…

-Size hayranım, dedim. Hoş geldiniz efendim!

-Hoş buldum, dedi. Genç…

-Benim kardeşimin adı da Barış…

-Çok sevindim… Biliyor musun? Ben Türkiye’deki ilk Barış ismi konan Barış’ım. Ve tek Manço, dedi…

Bilmiyordum…

İlginç geldi…

Hâlâ anlatırım eşime dostuma; aynı size anlattığım gibi, bu muhabbeti…

Kardeşimi bağlattım canlı yayına. 2 Barış, telefonun ucunda. Sohbet ettiler tüm Türkiye’yle. Aynı sözleri canlı yayında da tekrarladı…

O yayından sonra, Usta’yı bir daha da görmek nasip olmadı…

***

1900’lerin sonuydu, milenyuma erişemeden kaybettik O’nu…

Tam 23 yıl önce bugün, 31 Ocak 1999’da; gece saat 23.30 sularında, İstanbul’un Moda semtinde bulunan evinde kâlp krizi geçirdi…

Hani “Vadesi gelmiş…” derler ya. Ne yapılırsa yapılsın, gitmektedir artık gidecek olan. Kaldırıldığı hastanede tüm çabalar sonuç getirmedi…

Gitti…

 

 

 

 

 

***

Hayatı da hep böyle dönümlerle geçmişti ya! Dönenceeeeeee…

31 Ocak’ı, 1 Şubat’ı bağlayan gece; 01.30’da, hayatını kaybetti Usta. Yitik bir zamana gitti, bilinmez bir diyâra…

1900’lerdi! Dedim ya: En sonunda. Biz gördük de başımız göğe erdi ya. Milenyumdan 1 önce…

1 Şubat 1999’da; sarı çizmesiyle, belindeki kalın kemeriyle, kocaman yüzükleri ve yüreğiyle…

O güzel atına bindi ve gitti Usta…

Anısına ve muhteşem üretimlerine, insanlığına; minnetle, saygıyla…

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

Top