Müşfik Kenter / Baha Akıner Genel by admin - 8 Eylül 20240 Sosyal Medyada PaylaşBugün bir sanatçı doğdu dostlar. Hem öyle böyle bir sanatçı değil, Kenterlerden; adına Müşfik diyorlar. Kenter’ler var ya, hani şu Yıldız’ı, Müşfik’i, Mahmut’u. Onlar da birer aşk ürünü, onlar da birer aşk çocuğu… Köşkten gecekonduya, asilzadelikten garibanlığa düşmek pahasına vazgeçilmemiş bir sevda ve ölümsüz aşkın güzel çocukları: Mahmut, Yıldız ve Müşfik Kenter… ***** Bugünkü konuğumuz Müşfik ya, hani doğum günü çocuğu, sadece onu anlatmakla bile bilmem kaç sayfa eder? Mahmut ağabeyi 1926’da, Yıldız ablası 1928’de, Müşfik’se 8 Eylül 1932’de, İstanbul’da doğar. Ahmet Naci Bey’den olurlar, İngiliz Olga Cynthia’dan doğarlar. Anne babaları gibi sevginin, aşkın hâkim olduğu bir evdir onlarınki. Hem kolay mı anlatmak bir kâğıt, bir kalemle? Güçlü bir hikâyesi var Müşfik Kenter’in. Hem de kendisinden 3 nesil önce başlayan bir hikâyeyle… O zaman buyurun kalemime, gönül haneme… ***** Yıldız Kenter’in küçük, tatlı kardeşi: Müşfik Kenter. Usta sanatçı, tüm Türkiye’nin, tartışmasız sevgilisi. Evin en küçüğüydü. Ağabeyi Mahmut’tan 6, ablası Yıldız’dan 4 yaş küçüktü. Sevginin hâkim olduğu bir evde büyüdü. Baba Ahmet Naci Bey, Yıldız Kenter’in tarifiyle ‘Rönesans prensi gibi yetiştirilmiş‘ bir adam. Varlıklı, aristokrat bir aileye mensup. Dedesi Bağdat kadısı, babası Galip Bey ayan azası. Çamlıca’da büyük, gösterişli bir köşkte yetişiyor. Aile, Robert Koleji mezunu oğullarını, iyi bir tahsil alsın diye İskoçya’ya, Glasgow’a yolluyor. Müşfik Kenter’in hikâyesi de orada başlıyor. Diplomasi kariyerine parlak bir giriş yapıyor Ahmet Naci Bey. Lozan Konferansı yazmanlığı ve İsmet İnönü’nün özel kalem müdürlüğü vazifelerini yürütürken bir anda hayatı altüst oluyor. Yeni bir düzenlemeyle diplomatların yabancılarla evlenmesi yasaklanıyor. Oysa Ahmet Naci Bey daha İngiltere’de öğrenciyken ailesinin itirazlarını yok sayarak hayatını Olga Cynthia ile birleştirmiş. Bakanlıktaki görevinden istifa eden genç adam Ankara’ya taşınıp çocuklarını orada büyütüyor. İki kardeş, Yıldız ve Müşfik; İngiliz dedelerinden aldıkları yetenekle, onun izinden yürüyerek oyuncu oluyorlar. Müşfik Kenter bir yandan büyük bir ciddiyetle yapıyor işini. Öte yandansa komik buluyor. ”Yıldız’la çalışıyorum, gülüyorum. ‘Gülme’ diyor Yıldız bana. Hâlâ gülerim. Oyunculuk bana hâlâ çok tuhaf gelir, komiğime gider. Çok çalışır ederim ama çok fazla da ciddiye almam. Çok fazla ciddiye alınca başka türlü oyuncular çıkıyor ortaya. Sonradan onu keşfettim ben. Hiçbir zaman çok ciddiye almadım ama gerçekten çok çalıştım. Yine de, her zaman dalgasını geçerdim. Belki de o yüzden fazla kasıntı bir şey olmadım” diyor mesela… ***** Ağabeyi Mahmut’a çok düşkündü Müşfik. Mahmut Kenter, doktor olup Amerika’ya gidince, hep ona özlem duydu. 3’ü kız, 1’i erkek olmak üzere, 4 çocuğu oldu Müşfik Kenter’in… 2. eşi Esin Şerbetçi’den olan oğluna, çok sevdiği ağabeyinin ismini verdi. 1966 yılında doğdu Mahmut ama engelliydi. Bir ömür bunun acısını taşıdı, acısını yaşadı Müşfik Kenter… Üstün başarılarla ve ödüllerle dolu bir yaşam. Dik duruşlu, sağlam karakterli bir sanatçı… ***** Ablası Yıldız Kenter ile birlikte, Kent Oyuncularının kurucularındandı. Müşfik Kenter ki; büyük dedesinin, dedesinin, babasının o mutantan, gösterişli, dolu dolu geçen hayatındaki yaşanmışlık sinmiş sanki ruhuna. Girdiği bütün rollerde kendini hissettiren başkalığın sebebi bu belki de… Filmlerini, tiyatro oyunlarını izlemiş, sesiyle güç verdiği karakterleri görmüş, sesinden şiirler dinlemiş olanlara Müşfik Kenter’i anlatmak zor gerçekten. Onun, en iddialı rollerde bile takındığı abartısız tavra yaklaşmak kolay değil zira… Ablası Yıldız Kenter’in ifadesiyle ‘Gâvur anayla sarhoş bir babanın‘ oğlu Müşfik Kenter, Türkiye’de yetişen en önemli tiyatro oyuncularından biri. Bir oyuncunun kıymetini, oyunculuk kalitesi belirler şüphesiz. Ustalığı herkesçe kabul edilen pek çok isim sayılabilir. Ancak her durumda Müşfik Kenter için ayrı bir bahis açmak gerekecektir. ***** 2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde katıldığı bir söyleşide oyunculuğa başlayış hikâyesini şöyle anlatır: Benim oyunculuk yapmak diye bir düşüncem hiçbir zaman olmadı. Yıldız’ın vardı mesela. O, Halkevi’nde oynuyordu. Bütün amacı oydu. Ama ben, oyuncu olmayı aklımın köşesinden bile geçirmedim doğrusu. Bir gün ağabeyim, “Sen de girsene lan konservatuara. Herkes giriyor” dedi. O şimdi doktor ve Amerika’da yaşıyor. “Ya boş ver” dedim. Yıldız da “Haydi git, bir bak” dedi. Gittim baktım, sınavlara bir hafta varmış. Çalıştık, girdik… ***** Eşi Kadriye Kenter ise bir röportajında şöyle anlatır Müşfik Kenter’i: Son ana kadar birbirimizin elini bırakmadık biz. Müşfik günde birkaç kere beni sevdiğini söylerdi. “İyi ki evlenmişiz”, “İyi ki seninle beraberim” derdi. Datça’da evimiz var, oraya gideriz. “İyi ki böyle bir ev yaptırmışız” derdi mesela. “İyi ki…”leri eksilmezdi ağzından ve yüreğinden. Yetinmeyi bilirdi. Mutlu bir insandı o. Bana da mutlu olmayı öğretti. ***** Ve Müşfik Kenter’in bilgisayar için yazdığı şiiri: “Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi? Hiç vaktiniz yok: “Fast live”, “Fast food”, “Fast music”, “Fast love” Dikte ettirilen “Yükselen değerler”, “in” ler, “out” lar… Buna benzer bir odada; Şanslıysanız, Gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi… Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitorlerinde arayanlar, Size sesleniyorum: Hangi tuş daha etkilidir ki, sıcacık bir gülüşten. Ya da hangi program verebilir, bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini? “Copy-paste” yapabilir misiniz mesela, Dalgaların sahille buluşmasını? İçinizi ısıtan gün ışığını, Gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza? Sevgiyi tuşlarla mi yazarsınız? Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir? Ya da, “Geri Dönüşüm Kutusu”nda saklanabilir mi kaybolan zaman? Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, Neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını? Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında? Koklamak, duymak, dokunmak, Yok mu yaşam skalanızda? Bilgi toplumu oldunuz da, Duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor? Hayat ıskalamayı affetmez! Keşkelerle, tühlerle baş başa kalmadan önce…” ***** 1 Mayıs 2011’de, bir İşçi Bayramı’nda, ağabeyi Mahmut’u kaybetti. Bu ölüm, Müşfik Kenter’i derinden yaraladı. Ve sanırım; sonun başlangıcı, bununla başladı. 1 yıl sonra, 27 Mayıs 2012’de,, bu sefer engelli oğlu Mahmut’u solunum yetmezliğinden kaybetti. Yıkıldı Müşfik Kenter… Çöktü… Allah kimseye evlat acısı vermesin… Bedeni, aklı, fikri, mantığı kabullenemedi bu ayrılıkları. Akciğer kanseri teşhisi konuldu. Ruhunu bilemem ama bedeni daha fazla dayanamadı bu acılara da birkaç ay sonra, 15 Ağustos 2012’te göçtü bu dünyadan. Aynı yaşamındaki son sözü gibi, ”Bütün dünya bir sahnedir. Ve kadın, erkek, herkes sadece birer oyuncu. Sıraları geldikçe ya girer, ya çıkarlar…” diyerek, sırası geldi de ayrıldı aramızdan. Ardında, insan sevgisi, kirletilmemiş – tertemiz ve başarılarla dolu bir yaşam ve bir isim bırakarak. Merak ettiğim bir şey var dostlar: Bu kadar topluma mâl olmuş, hep yüreklere sıcacık – yumuşacık dokunmuş, yüreği güzel insanlar, öldüklerinde; bulutlara mı yakın, sonsuzluğa mı yakın yaşarlar? “Onlar, sonsuzlukta bizi bekliyorlar…” dediğinizi duyar gibiyim. Gözümü kapattığım, daldığım yerdesin Müşfik Kenter… Huzurla uyu. Ruhun şad olsun. Anısına, bu hayattaki dik duruşuna ve muhteşem üretimlerine saygıyla… Share on Facebook Share Share on TwitterTweet Share on Pinterest Share Share on LinkedIn Share Share on Digg Share