*- SAKIN HA! / YAŞAR EYİCE Genel by admin - 3 Şubat 20253 Şubat 20250 Sosyal Medyada Paylaş Birkaç gün önce yazımın içinde söz etmiş, ‘komşuluk, dostluk bozulmasın diye, kesinlikle iki konuya girilmemesini’ önermiştim. Biri siyaset, diğeri spor… Çünkü bu konularda hemen herkes ‘fanatik’ durumda… Bakın bu konuda Meryem Fidancı ne diyor? ‘Dostunuzla, arkadaşınızla, aileniz ve sevdiklerinizle asla siyaset yapmayın! Bu ülke 12 cumhurbaşkanı, 27 başbakan gördü. Halk kimi isterse o gelir, ama giden dostluklar, arkadaşlıklar, sevdikleriniz geri gelmez! Kalp kırmaya değmez, inanın! İstediğiniz şeyleri, konuları paylaşın, ama başkalarının fikirlerine saldırmayın!’ *- HEPİMİZİN AMACI Aydın Arıkan Bey, Meryem Fidancı’nın önerisini okuyunca, aklından geçenleri şöyle sıralıyor: ‘Çok çok özür dileyerek, bir görüşümü ifade etmek isterim. Sanıyorum hepimiz, eksiksiz, sevdiklerimizle birlikte yaşamımızı daha keyifli hale getirme amacındayız. Bu konuda yaşam yürüyorsa, ilerliyorsa, çok çok önemli bir problem yoksa-Tıpkı özendiğimiz Avrupa ülkeleri gibi- o zaman sohbetlerimizi keyifli konular, hobiler vb. oluşturacaktır. Öyleyse sevgili dostlar. ‘Güzel insanlarla, mutlu insanlarla, taşı taşın üstüne koyan, bir şeyleri inşa etmek isteyen insanlarla bir arada olmak lazım. Hep çekiştiren, aşağı çeken veya haset eden insanlarla bir arada olursak, yavaş yavaş, için için erir gideriz!’ *– AMASI VAR! Ama sabah kalkıp radyo-TV yi açtığınızda aileleri ile sömestri tatilini geçirmek üzere giden insanların 36’sı çocuk olmak üzere 79 insan üstelik bir yangında dehşet içinde bir faciaya maruz kalırsa??? Ne yapacaksınız? Bunun nasıl olduğunu merak etmeyecek misiniz? Burada varsa bir ihmal, hata, yanlışlık, bunu konuşmayacak mısınız? Hangimizin başına gelmeyebilirdi??? Başımıza geldiği zaman mı konuşacağız, sadece? Dün yangındı, daha önce deprem, sel, heyelan vb olaylar. Hukuk-adalet sistemindeki neredeyse onlarca- yüzlerce kamu vicdanını yaralayan yargı kararları! Bugün haberlerde izlediğimiz şahıslar mağdur oluyor, yarın sizin-bizim mağdur olmayacağımıza dair kafamızda hakkaniyetli bir güvence var mı? Yüzlerce- binlerce insanımızın, adli geçmişinde 10-20-30’ larca suçu var. Ve bunlar hepimizin arasında, ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor. 2-3 ay önce bir tanesi polis bir kızımızı öldürdü!!!’ Bu kısma, Sevgili Gülçin Gülooğlu’ndan aldığım bir bilgiyi paylaşarak girmek istiyorum. ‘Aileyi Yıkan Karar’ başlıklı Habere video da eklenmiş; ‘Yargıtay, Pınar Gültekin’i yakan ve beton dolu bir varile koyan Cemal Metin Avcı’nin bu cinayeti, ‘tasarlayarak ve canavarca hisle işlemediğine’ hükmetti. Ayrıca verilen, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını da bozarak, cezaya, ‘haksız tahrik’ indirimi uyguladı,(Rezan Epözdemir). ‘ *- ÇOK ACELE Ekonomiye hiç girmeyeyim. O konunun yorumunu size bırakayım. Siyaset kelimesinin anlamı ‘Yaşam’ demek. Yani yaşama dair ne varsa siyasetin konusudur. Size hak veriyorum biz yukarıda birkaçını saydığım sorunları konuşurken ‘birbirimizin fikrine saldırıyoruz!’ Bunu medeni hale getirmemiz gerekiyor hem de çok acele. Çünkü ‘eşi-dostu kırmayalım!’ diye bu sorunları konuşmayalım? Ne yapalım? Bu sorunlar kendiliğinden nasıl çözülecek? Önce dinleyerek, sonra anlayarak karşı tarafı itip kakmadan ortak bir dil, mutabakat bulmak zorundayız. *- ELELE, GÖZGÖZE, TEK GÜÇ HALİNDE Atatürk’ümüz bu vatan yok olma eşiğinde kimlerle masaya oturdu. Asker, köylü, Türk, Laz, Çerkez, Kürt farklı birçok etnik kimlikle birlikte yekvücut olup mücadele verdi ve bunun sonucu hep birlikte kazandık. Şu anda da buna yakın olağanüstü bir tablo var. Elele, omuza, göz göze konuşacağız anlaşacağız ve tek bir güç halinde mücadele edeceğiz şeklinde, Naçizane düşünüyorum…’ Bunları okuduktan sonra, Aydın Arıkan Bey’in benden çok ileride olduğunu düşünüyorum. Ama o da belirttiği gibi ‘Nasıl?’ Ortak dili bulmamız gerekiyor. Ama görüyorum, birimiz ‘Siyah’ derken, diğerimiz mutlaka ‘Beyaz’ diyor… Bazen öyle yorumlar okuyorum ki, şaşmamak elde değil… Meryem Fidancı da, Aydin Arıkan’ın görüşlerine şöyle yanıt veriyor: ‘Noktasına virgülüne kadar, haklısınız… Sizin gibi böyle bilinçli olunca, çözüm için her zaman konuşmalı…’ Büyükler ne derler? ‘Fazla samimiyet, saygıyı azaltır. Çok sevgi: nankörlük getirir. Çok iyilik, suiistimal edilir. İnsan ilişkilerinde çoklar sıkıntılıdır. Esas olan dengedir!…’ *- JULİA’NIN İKİZİ Şimdi de sözü Osman Altınbaş’a vermek istiyorum. Bir eseri okumuş, ondan söz ediyor, sonrasını getireceğim, ne demek istediğini ‘hikayeyi’ özetleyerek, paylaşacağım. İçimizden biri olan Osman Altınbaş ne diyor? ‘Ben kendimi bir an, Julia Vassilyevna’nın ikizi sandım. Sade işlerimiz farklıydı. Vekalet ücretleri ödenirken, ‘Aha şunu vermiştim, aha bunu da almıştın”’ diyerek hesap çıkardıklarında, kendi yapmış olduğum hesabın ancak dörtte biri kadar bir alacak kalıyordu. Onu da, ‘en kısa sürede ödeyeceğiz!’ diyerek yanımdan ayrılıyorlar, ama ya çok uzun bir sürede para pul olduktan sonra ödeniyordu, ya da hiç ödenmiyordu. Bu olaylar sürekli olunca, yani sıklıkla tekrarlanınca ‘ücret sözleşmesi’ yapmaya başladım. Hiç bir ücret sözleşmemde yazan ücreti tahsil için, cebri ‘icra yoluna!’ başvurmadım. Verilene razı geldim. Galiba bende Julia Vassilyevna gibi biraz, hatta yok biraz değil çok fazlaca ödleğin tekiyim…’ Peki kimdir bu Julia Vassilyevna? Hikayeye okuyunca anlayacağız! Çünkü, okuyan bilir! *- ÖDLEK Anton Çehov’un ‘Ödlek’ adlı kitabından… Birkaç gün önce, evde çocuklarıma ders veren öğretmen hanımı çalışma odama çağırmıştım… ‘Otur, Julia Vassilyevna’ dedim. ‘Aramızdaki hesabı kapatalım. Her ne kadar şu anda paraya ihtiyacın varsa da, resmi bir merasimde bekler gibi bekleyeceğini ve bir türlü kendiliğinden gelip alacağını istemeyeceğini biliyorum. Neyse, gelelim hesabımıza: Ayda otuz rubleye anlaşmıştık…’ – Kırk! ‘Hayır, otuz. Not etmiştim, çok iyi aklımda. Hem ben öğretmenlere her zaman ayda otuz ruble öderim. Bu duruma göre; buraya geleli iki ay oluyor, dolayısıyla…’ – İki ay beş gün! ‘Tam tamamına iki ay. İşe başladığın günü özellikle not etmiştim. Bu demektir ki, altmış ruble kazanmışsın. Ancak sen bu iki aydan Pazar günlerini çık… Biliyorsun ki, pazarları Kolya’ya bir şey öğretmedin, sadece beraber yürüyüşlere çıktınız. Ve üç tatil günü…’ *– KIZGIN ve ÖFKELİ Julia Vassiyevna kızgınlıktan kıpkırmızı kesildi ve öfkeden iki eliyle sıkı sıkı entarisinin eteklerine yapıştı. Fakat hepsi bu kadar… Tek bir çıt dahi çıkarmadı. ‘Dokuz Pazar, üç tatil günü, yani on iki rubleyi çık! Dört gün Kolya hastaydı, dolayısıyla ders falan vermedin, zaten o sıralarda Vanya ile uğraşıyordun. Üç gün de bir diş ağrısı yüzünden çalışmamıştın ve karım sana öğleden sonraları dinlenmen için izin vermişti. On iki, yedi daha… eder on dokuz. Altmıştan çıkar, geriye ne kalır? Kırk bir ruble! Tamam mı?’ Julia Vassilyevna’nın sol gözü kızarmış, yaşla dolmağa başlamıştı bile. Çenesi hafifçe titriyordu… Sinirli sinirli öksürdü, hızla burnunu sildi. Ancak hepsi bu kadar… Tek bir çıt yok. *- TÜMDEN, EKSİYE DOĞRU ‘Yılbaşına yakın bir gün, bir çay bardağı ve bir de tabak kırmıştın. Bunlar için de iki ruble çıkar. Çay bardağı dededen kalma antika olduğu için aslında iki rubleden çok daha fazla ederdi, ama neyse…boş ver. İşin sonunda ben ne zaman zararlı çıkmadım ki! İhmalin yüzünden Kolya bir gün ağaca tırmanmış ve ceketini yırtmıştı. Onun için de on ruble say. Yine senin dikkatsizliğinin yüzünden hizmetçi kız Vanya’nın ayakkabılarını çalmıştı! Evde tüm olup bitenleri dikkatle izlemen gerekir. Sana bunun için para veriyoruz. Dolayısıyla beş ruble daha çık. Ocak ayının sonunda sana on ruble vermiştim…’ ‘Hayır, böyle bir şey yapmadınız!’ diye Julia Vassilyevna zorlukla yutkunarak cevap verdi. ‘Not etmiştim. Yanlış olmama imkân yok!’ – Şey… Peki, öyleyse! ‘Kırk birden yirmi yediyi çıkar; kalır sana on dört.’ *- AMA, NASIL HESAP? Kızcağızın şimdi iki gözü birden yaşla dolmuştu. Küçücük şirin burnunun altında da ter damlacıkları belirmeye başlamıştı. Zavallı kız! ‘Şimdiye kadar bana bir kere para verildi! ‘diye titreyen sesiyle konuştu. ‘Ve o da sizin karınız tarafından. Hepsi üç ruble, fazla değil. – Sahi mi? Görüyor musun, ben onu not etmemişim! On dörtten üç daha çıkar, kalır on bir. Al azizim, işte paran: Üç, beş, dokuz, on, on bir. Tamam mı?’ On bir rublesini de avucuna koydum… Uzandı, aldı ve titreyen parmaklarıyla cebine sokuşturdu… ‘Mersi!’ diye boğuk bir sesle fısıldadı… *– KAN TEPESİNE FIRLADI Birden yerimden fırladım ve başladım odanın içinde bir aşağı bir yukarı gidip gelmeye. Sinirlerim son derece bozulmuş, kan tepeme fırlamıştı. Kızgın kızgın; ‘Ne için bu? ‘Mersi’’ diye sordum… – Verdiğiniz para için! ‘Hakkını yediğimi sen de bal gibi biliyorsun, Aman Tanrım! Ne biçim insansın sen, görmüyor musun ki, seni göz göre soydum! ‘Daha ötesi var mı?’ bunun? Paranı çaldım! Ve sen hâlâ ‘Mersi’ diyorsun!” *– UFAK BİR ŞAKA İMİŞ!… “Bundan önce çalıştığım yerlerde hiç vermemişlerdi.’ – Hiç mi vermemişlerdi? Şaşırmaya da gerek yok ya! Bana gelince, sana ufak bir şaka yaptım. Sırf ‘ders olsun, öğrenesin!’ diye, bu insafsızca yolu seçtim… Merak etme, seksen rublenin tamamını da sana vereceğim! Al işte, hepsi şu zarfın içinde seni bekliyor… Ancak ‘bir insanın bu kadar pısırık olabileceğine’ de hâlâ inanamıyorum! Neden haksızlığa başkaldırmıyorsun? *- MÜMKÜN MÜ? MÜMKÜN! Dünyada bu denli yüreksiz, tabansız olmak mümkün mü… Bu kadar ödlek olmak?( Acı bir gülümseme dudaklarının kenarında kıvrıldı. Yüzündeki ifade, ‘Mümkün’, diyordu. Kendisine zalim bir yoldan ufak bir ders verdiğim için özür diledim. O hâlâ şaşkın şaşkın bakınırken, eline seksen rubleyi sıkıştırdım. O yine her zamanki ‘Mersi’ siyle mırıldanır gibi üst üstü defalarca teşekkür etti ve odadan çıktı… Arkasından bakarken kendi kendime düşünüyordum: ‘Şu dünyada zayıfları ezmek ne kadar kolay!’ Umarım beğenmişsinizdir. Tekrarlıyorum; Okuyan bilir, düşünür ve kendine göre yorumlar… Ama doğru, ama yanlış… Arada da kendi kendimize konuşuruz. Yolda bu tipleri de görürsünüz, kendi kendine konuşan ve gülenleri… Aslında ‘ağlanacak’ halimize isyankâr olarak ‘güleriz’ bu kadar… Dünyanın hali ve gidişat böyle işte… Altan Düzalan’ın dediği giibi; ‘Çal be kemancı, gelmeyecek nasılsa, ‘mutluluk’ denilen o yalancı!’ *- BAKIRKÖY’DEKİ ÜNLÜ Günlük yazımı şöyle bitireyim… Bizim yaşımızdakiler biliyor, ama genç nesili sanmıyorum. Ama Ermeni Arkadaşım, ‘Güzel Çiçek’ bunu anımsıyordur. Adını söylemek ve telaffuz etmek bana zor geldiği için, Türkçe hitap ediyorum, ya ‘Güzel Çiçek’ diyorum ya da ‘can!’ Şimdi konuya geçelim: Bakırköy’de çok ünlü bir Milli Piyango satıcısı vardı. Nimet Abla’dan sonra Türkiye’nin en ünlü bayisiydi. Özellikle kötü ve sert karakterleri canlandırdığı yüzlerce filmde rol alan Kenan Pars’ın… 1920’de doğan Kenan Pars’ın gerçek adı Kirkor Cezveciyan’dı. Ermeni asıllı Kenan Pars, liseden sonra çeşitli işlerde çalıştı. II. Dünya Savaşı sarasında 34 aylık askerlik görevini tamamladıktan sonra bir süre ticaret yapan Kenan Pars, çocukluk arkadaşı senarist – oyuncu Sırrı Gültekin’in aracılığıyla 1953 yapımı Lütfü Ömer Akad’ın yönettiği ‘Öldüren Şehir’ adlı filminde rol aldı. 1970’li yıllara kadar birçok filmde rol alan Kenan Pars, ‘Seks Furyası’nın başlamasıyla sinemaya ara vererek açtığı ayakkabıcı dükkanıyla yeniden ticarete başladı. *- SİNEMA’DAN, BİLET SATICILIĞINA Uzun yıllar, Bakırköy İstanbul Caddesi üzerindeki ve günümüzde torunları tarafından işletilen ‘Kenan Pars Büfesi’nde bilet bayiliği yapan Kenan Pars, 10 Mart 2008’de akciğer kanseri nedeniyle 88 yaşında hayatını kaybetti. Şimdi bunları neden yazdığımı anlayacağınız noktaya geleyim: Pars, bir röportajında şunları söylemişti; ‘Müslüman olarak da ölebilirim. Mezarımdaki tabelada bundan sonra ha Müslüman, ha Hıristiyan yazsın, benim için hiçbir şey fark etmez. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Üsküdar’da doğdum. Ailem, 500 yıllık Türkiyeli, ben 83 yıllık Bakırköylüyüm. Benim için Türk, Ermeni, Arnavut yok. Benim için Türkiye var. Sonuçta bu coğrafyanın çocuğuyum. Niye birbirimize ters bakalım? ‘ Araya gireyim: ‘Her insan ölebilir, ama her insan gerçekte yaşamaz ve görmez!’ *- AYNI BAYRAĞIN ALTINDAYIZ Arnavut’u, Laz’ı, Türk’ü, Ermeni’si, Kürt’ü, Çerkez’i karışmışız. Aynı toprağa ayak basıyoruz, aynı bayrağın altındayız, Başka seçenek yok, birbirimizi sevmeliyiz.’ Ermeni arkadaşım, ‘Güzel Çiçek’ inanın birçok, Türk olduğunu söyleyen kişiden, çok daha fazla Atatürkçü… Çok daha kişiden Milli ve dini bayramlarımıza saygılı… Mutlaka ve mutlaka özellikle milli bayramlarımıza ve bayrağımıza çok daha fazla sahiplenen kişiliğe sahip. Öyle ki, ‘fanatik Ermeni milliyetçisi’ olarak kendini belirtenlere de, o kadar güzel, düzgün ve dik yanıt veriyor ki ancak bunu kendisini yakından tanıyanlar bilir. Yeri gelmişken söylemek, paylaşmak istedim. Doğru ve yanlış insanlar zamanla kendini belli ediyorlar. Dede Korkut ne demiş? ‘Kahpe içerden olursa, kapı kilit tutmaz oğul!’ Sonuç şu: ‘Zordur temiz kalmak, Yalanın, ihanetin ortasında dimrdik durmak! Ama hayatın koşuludur; Onurlu, sabırlı, vicdanlı olmak!’ *- SAKIN HA! / YAŞAR EYİCE *- SAKIN HA! / YAŞAR EYİCE *- SAKIN HA! / YAŞAR EYİCE *- SAKIN HA! / YAŞAR EYİCE ua — Yaşar EYİCE 0532 781 95 18 E-Posta: yasar.eyice@gmail.com Twitter: @Yeyicee Facebook: yasar.eyice.311 Share on Facebook Share Share on TwitterTweet Share on Pinterest Share Share on LinkedIn Share Share on Digg Share