Buradasınız
Anasayfa > Genel > *- SOYGUN İÇİMİZE GİRMİŞ / YAŞAR EYİCE

*- SOYGUN İÇİMİZE GİRMİŞ / YAŞAR EYİCE

Sosyal Medyada Paylaş

Başarı insana güven ve güç verir.

Özellikle bu zamanda bu kolay bir iş değil.
‘Böylesi daha iyi!’ dememiz, emeklerin boşa gitmemesi demektir.
Emek en büyük değerlerden biridir.
Bunu iş yaşamımız, ev yaşamımızda değil, özel alan ve çalışmalarımızda görürüz,
Sanatta, edebiyatta, çeşitli kol ve beyin faaliyetlerinde.
Belediyelerimiz bu konuda ilk adımı, alfabenin ilk adımını attırıyor.x
Ama sadece ‘işsiz güçsüz’ diyebileceğimiz, emeklilerimiz ve belli yaşın üzerindekilere…
Gençler için ‘Ehh işte!’ diyebilirim.
‘Türk edebiyatının en güzel hikayeleri’ başlıklı bir kitabı okumaya çalışıyorum.
Arada bu hikayeleri özet halinde paylaşmaya gayret edeceğim.
Hepimiz biliyoruz:
Ünlüleri de var, ünsüzleri de…
‘Ünsüzleri!’ hemen her gün kitap haline getirilen, sizlerin…
Reklamları yok!
Belki de içlerinde, günün değil, gelecek nesillerin bile kitaplıklarında yer alacak ölçüde önemli…
Yani birçok gencimiz, ya da ilgi duyan, kalemi eline alanın, büyük emek vererek yarattığı bir eserdir.
Kaybetmek de insanın düşüncelerinin gelişmesine yardımcı olur.
Kendinizden ve çevrenizden duyarsınız.
‘Ne insanmış!’ deriz.
Aslında biz birbirimize benzeriz, biz de başarabilir.
Hadi boş oturacağınıza, kağıt kalemi elinize alın.
Bir de tablet ya da bilgisayar sahibi iseniz, keyfinize doyum olmaz, yazdıkça açılır, ilk günden itibaren çabanız artar.
Bundan emin olun…
Önemli olan ilk adımı atmak, ‘Ben de ne hikayeler var’ diyerek işe koyulmak.
Yaparsın, yaparsın, yaparsın…
Başarırsın, başarırsın, başarırsın…
Sizin kalbiniz var, beyniniz var…
Başkanızdan farkınız kesinlikle yok…
Tutkulu olmak, beyni yönlendirmek şart.
Türk edebiyatının en gelişmiş, sahasında çok örnekleri bulunuyor.
Tabii ki her zaman ‘okumayı’ öneriyorum.
Ama taklit olması için, siz kendinizin sözcüklerini ve cümlelerini kullanın, bir çığır açın…
Klişeleşmiş lafları bırakın…
Belki de ‘romancı’ olursunuz.
Şu zamanda da, öncekiler gibi başarılı ‘çok romancımız’ var.
Aklımda iken özellikle çalışanlara şunu kesinlikle öneriyorum.
İster ‘demirci’ ya da ‘Temizlikçi ya da güvenlikçi’ veya ev hanımı ilginç, ilginizi çeken çok olaya tanık olmuşsunuzdur.
Bunlar ‘hazine’ kadar değerlidir.
Bunları hastanede yatarken gördüm, şu doktorlarımızın, hemşirelerimizin öyle hikayeleri var ki, kimisi güldürür kimisi de ağlatır.
Hepsi bir potanın içerisinde…
Bazı yöneticilerimiz ‘Perişan’ halleri de…
Kimi ‘hizmet için, görevini tüm ağır şartlara rağmen paralanara’k, perişan olmak pahasına’ yapıyor, kimisi de, yaltaklanarak, en basit işlemi bile yapmıyor görevini yerine getirmiyor, koltuğunu makamını korumak için birilerinin, çok affedersiniz ‘Köpeği ‘ bile olabiliyor.
Benim hastanede yatmam ve gözlemlemem gibi sizlerin de mutlaka yaşanmış ‘deneyimiz!’ vardır.
Bir hastane düşünün; devlet her türlü imkanı vermeye çalışıyor, ama yine de sorun çok.
Sabahları hastaya, diyetisyenin kontrolü altında kahvaltı veriliyor.
Ama listede ne var; yumurta, çay, süt, zeytin, peynir, ekmek ne bileyim meyve şu bu…
Bir ay bekliyorsunuz, alışkanlık işte, ‘Çay yok mu?’ diyorsunuz, ‘Çay makinası bozuk!’ yanıtın alıyorsunuz…
Bir başka gün, ‘Yumurta verilmiyor mu?’ deyince yanıt, ‘Makine bozuk!’
Yani yanıtlar, hep ‘arıza!’ veriyor, kendileri gibi…
Hiç ama hiç kimse ‘Neden? Bozuksa yaptırın, yoksa yenisini alın!’ diyemiyor…
Geçenlerde yazmıştım, bizim Hırdavatçı Ertan, ‘Olur mu?’ diye söyleniyor.

*- CÖMERT DAVRANIRIZ

İnanın hastalara ve refakatçılarından ‘destek ve yardım’ istense o sorun hemen çözülür.
İnanmayacaksınız ama elime makbuz da vermişlerdi.
İstanbul’da bir devlet hastanesinde, acil çözülmesi gereken bir sağlıkla ilgili problemim vardı.
Başhekime çıktım, yardım istedim.
Randevu için zamanım yoktu..
Yardımcısına gönderdi, ‘Bize değil, hastanemize bir bağış yapabilir misini?’ diye sordu…
‘Tabii!’ dedim…
Yetkilileri çağırdı ve ‘Eksik!’ sordu…
Acil servise bir tane ‘Tansiyon cihaz1’ lazım olduğunu beliritt
Belki yoktu, ya da arızalanmıştı.
Veya yeterli cihaz ellerinde yoktu…
Söylenmez ama bazen şart oluyor, ‘Hemen ısmarlaması yapıldı ve kredi kartım ile şirketle temas kurularak, tansiyon aleti ben daha odada iken getirildi…
Demek ki, istenirse, karşılıkla konuşma ve anlaşma ile sorun çözülür, bir varlıklının kapısı da çalınmaz, el açılmaz…
Çünkü bir veren iki değil üç istiyor karşılık olarak zamanımızda.
Ondan sonra bunlar da ‘hayırsever’ olarak tanıtılıyor…
Yalan, bir bardak çay bile ikram etmezler, bu kesin…

*- SOMALİ FUTBOLCU NURETTİN’DEN

‘Çay’ denilince aklıma geldi.
Somalı eski futbolculardan Nurettin Bey söyledi.
‘Kafeteryada bir küçük bardak çay 20 lira!… Karşıda çay ocağı var 10 lira. Birisi burayı ihale ile alıyor. O da başkalarına devrediyor.. Su devletten, elektrik devletten, internet devletten… Ama ‘Rabbena hep bana!’ düşüncesi ile ‘Çok para kazanma hırsı!’, belki de cebinde sadece yol parası kalanları soyuyorlar…
Vicdan da yok…
Şöyle derinlemesine bakarsınız, devleti de soyuyorlar…
Buna göz yumanlar, umursamayanlar kimler, yönetici kadrolarından bazıları…

*- ŞİRRETLEŞİYORLAR

Gözümle gördüm;
Hastanelerde, bakımevlerinde özellikle yatalak hastalara, yaşlıları, bakıma ihtiyacı olanlara, büyük paralar karşılığı yardımcı (!) olanlar var.
Bazıları bir odadan diğerine, bir hastadan diğerine geçiyor, onlara aracı olanları, aradan çıkarıyor…
Aslında bu işi yapanlar, hem yurt dışından turist olarak gelen bakıcılardan da, hasta sahiplerinden de ayrı ayrı komisyon alıyorlar.
Milyarlar dönüyor bu özel sektörde…
Devlet, maliye bu işten büyük zarar görüyor.
Gelir var, vergi yok!
Ne güzel iş değil mi?
Bakıcıların görevi, sadece gözlemci olmak, arada yatış pozisyonu değiştirmek, ihtiyaç halinde altını temizlemek. Bezini değiştirmek. Sondası olan hastanın idrarını boşaltmak.
Bizlerde şu ‘iğrenme’ olayı var ya, bu nedenle bu sektörü, ‘turiisit bakıcılara !’ bırakmışız…
İşte bunlardan biri, hasta çıkış yapıp, işsiz kaldığı sırada servisin eczanesin bulunduğu yere girdi, bir tomar alt bezini aldı, gitti…
Fırsatçılar, o aldığı bezlerin fiyatını bir sorun bakalım, ‘Alsın ne olacak?’ diye düşünebilir misiniz?
Hatasını gördüğünüzde, şirretleşiyorlar,, ‘Siz bana muhtaçsınız?, Biz olmazsak bir hiçsiniz?’ gibi laflar ettiklerine de tanık oldum.
Bu sistemi, evlere yardımcı olarak gitmek isteyenlerde de gördüm.
Herhalde bunlara akıl verenler var.
Bir izlenimim de şu:
‘Asgari ücretin ve normal mesainin en azından üç katını alan bu ‘Turist bakıcıların’ bazıları ‘özel yiyecek ve içeceklerinin’ masrafını, giderlerini de sizden alıyorlar hem de anında..
‘Ben de var, alayım, sonra ödeşiriz’ falan yok….
En kötüsü, kesinlikle sizin de hastanen başucunda durmanızı istemiyorlar, ‘Hadi siz evinize!’ diyorlar, mecbur bırakıyorlar…

*- İNANAMADIM

Emekli bir İngilizci öğretmenimiz anlattı:
Bir ara bir hastanenin ‘ortapedi’ servisinde yatmış..
Taburcu olan bir hastanın, aynen ‘turist bakıcı!’ gibi servisteki bazı demirbaşları aldığını ve otomobiline yüklediğin görmüş.
‘Siz ne yapıyorsunuz? Bunlar devlet ve hastane malı!’ demiş.
Yanıtı anlamışsınızdır?
‘Sana ne?
‘Devlet bizden fakir mi?, Alacağız tabii….’
İşlerine yarar, yaramaz…
Satarlar satmazlar!
Amaç belli ‘ziyan’ vermek…
Şifa buldukları hastanede, evlerine çıkış verildiğinde, yanlarında ‘yastık’ veya ‘çarşaf götürenler mi? ararsınız, hepsi var….
Nedense ‘zarar verme’ duyguları bazılarımızda en yüksek safhada…

*- KONU BULMAK ZOR DEĞİL

Bu anlattıklarımın hepsi doğru ve iyi bir gözlemci için ‘başarılı ve doğru’ bir hikaye konusudur.
Bu yüzden hikayeler ön safhada görülse de, Türk edebiyatının en büyük ve en güçlü sahası olan şiirimiz da vardır..
Şiir merakı, bazı kolları ile özellikle Anadolu’muzda çok yaygındır.
Aşıklaımız, ozanlarımız tarihten bu yana vardır.
Ama genelde hepsi bir hikâyeye, yaşama bağlı kalmıştır.
Anlatım kolaylığı da sağlar…
Ama bizler öyleyiz ki, bir şiiri dinlemek veya okumak bile zor gelir, değil ki yazacağız…

*-

*– SOYGUN İÇİMİZE GİRMİŞ / YAŞAR EYİCE

– SOYGUN İÇİMİZE GİRMİŞ / YAŞAR EYİCE

Bir yanıt yazın

Top