Buradasınız
Anasayfa > KÖŞE YAZARLARI > Özdemir Asaf / BAHA AKINER

Özdemir Asaf / BAHA AKINER

Sosyal Medyada Paylaş

“Bekle dedi, gitti. Ben beklemedim, O da gelmedi…” Bu sefer kendi gitti Usta… 41 yıl önce bugün, 28 Ocak 1981’de, bilinmez bir diyâra… 41 yıl önce bugün, bir Şair öldü dostlar. Gün, Aşk’ın Şair’i dostlar…

“Bekle dedi, gitti.

Ben beklemedim,

O da gelmedi…”

Bu sefer kendi gitti Usta…

41 yıl önce bugün, 28 Ocak 1981’de, bilinmez bir diyâra…

41 yıl önce bugün, bir Şair öldü dostlar. Gün, Aşk’ın Şair’i dostlar…

Hissetmek ya aslolan. Ve bâki kalan kubbede bir hoş sada bırakmak. Tüm yaşanmışlıkları ve yarım kalmışlıklarıyla hayat ne tuhaf! 41 yıl önce bugün öldü Özdemir ASAF…

***

“Sana gitme demeyeceğim. Yine de sen bilirsin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin. Ama gitme, Lavinia…”

“Bir şey kaldı gecelerden birinde, senden. Öncesinde bilinmemiş bir şey, silinmez bir ses gibi giden…”

Kendisi, dönülmez diyâra gitmeden henüz; yani yaşarken, yani severken, yazarken yani kısaca; gidenleri oldu hep. Böyle böyle beslendi muhtemelen…

Gideni izlerken yazdı…

Beklerken…

Düşünürken…

Özlerken…

Çokça severken…

Bu dünyadan, bir “Özdemir ASAF” geçti dostlar…

***

11 Haziran 1923’te doğdu Usta. ‘Ayrı gün ikizi’ Özgönül ise, 12 Haziran 1923’te… Bu nasıl bir doğumsa?

Şûra-yı Devlet’in, yani Danıştay’ın kurulmasında büyük emeği olan; babaları Mehmet Asım Asaf beye, 1922 yılında ATATÜRK’ten bir haber gelir:

“Mehmet Asım’a söyleyin, Ankara’ya gelsin…”

Aile, İstanbul’dan Ankara’ya taşınır. İkizlerin doğumunu, Ankara’daki bir hastanede, Operatör Dr. Mim Kemal ÖKE yapar…

İkizler 7 yaşındayken; 1930 yılında, Mehmet Asım Asaf bey vefat eder…

Özdemir; “Diyalog” adlı Şiir’inde, babasının ölümünden şöyle bahseder:

“… Babam öldüğünde, aylardan Haziran’dı.

O elli dördündeydi, ben yedi.

Bir ışık söndüğünde yol yandı.

O kedi bunları nasıl da bildi?”

***

Aile İstanbul’a taşınır. Annesi Hamdiye Hanım; Acıbadem’de babasına ait köşkte, ‘Özyuva Biçki Dikiş Kursu’nu açar…

Bu arada Soyadı Kanunu çıkmıştır. Hamdiye Hanım; saf, arı, temiz anlamına gelen ARUN soyadını seçer…

Özdemir ASAF; “Kişiye Özel” Şiir’inde de, o yıllardan şöyle bahseder yine:

“…Yedi yaşımda Ankara’dan geldim.

Babasızlığımı getirdim.

İstanbul’da deniz vardı.

Denize ilk girişim düşmek yoluyla oldu…

Akşamüzerlerini sevmezdim.

Annem ud çalardı güneşi batırırken.

Amcamın ölüm haberi daha gelmedi…

1922’de, Murat dağlarında Yüzbaşı Ali Saip.

Üç anneannemden ikisini gördüm.

On iki teyzemden altısını,

Altı dayımdan ikisini,

Öbürlerinin hep resimlerini gördüm…”

***

ATATÜRK; Mehmet Asım Asaf Bey’in ölümünden sonra, iki kardeşin eğitimiyle yakından ilgilenir…

Özdemir, Fransız Erkek Lisesi’ne kaydolur. Fakat kısa süre sonra okulu kapanır. “Dün Yağmur Yağacak” adlı öykü kitabında bulunan; “O Ara Ne Oldu” adlı biyografik hikâyede, bu okuldan ayrılışını şöyle anlatır:

“Okul dönüşü evlerimize gitmeden önce; orada burada oynar, dövüşür, bitkin eve dönerdik. Çok iyi hatırlıyorum. O ara ne oldu; unutmuşum. Hocamız mı gitti, gelmedi? Mektep mi yıkıldı? Yoksa ben mi bir gün kaçtım okuldan? Bulamıyorum…”

Galatasaray Lisesi’ne, parasız yatılı olarak kaydolur. Geçirdiği bir akciğer rahatsızlığı nedeniyle; bir yıl devamsızlık yapınca, parasız yatılılık hakkını kaybeder…

Oradan; Kabataş Erkek Lisesi’nin, parasız yatılı sınavını kazanır ve o liseden mezun olur…

***

Liseden sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne yazılır. Burada sadece iki yıl okuyabilecektir…

Özdemir ASAF’ın yaşamında; belki de hukuk yıllarının tek getirisi, kızı Seda ARUN’un deyimiyle en tutkulu Aşk’ı ve ilk eşi Sabahat Selma TEZAKIN’ı tanımasıdır…

10 Nisan 1944’deki mektubunda, Aşk’ını şöyle tarif eder:

“Sabahat! Sana mektup yazmaya üzum kalmayacak olan zamanları düşünmek; seni daima görebileceğim günleri hatırlamak; sana verdiği sarhoş edici, çıldırtıcı heyecanlı zevkleriyle senin yakınında bulunmak; tehlikeli olabilecek derecede beni sevindiriyor…”

***

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde; notlarla ilgili yapılan bir haksızlık, Fakülteyi bırakmasına neden olur…

Sabahat TEZAKIN ile olan beraberlikleri de sona erer…

Zira baba Mustafa TEZAKIN, iki gencin evlenmesi için Fakültenin bitirilmesini şart koşmuştur…

Hukuk’tan ayrılan Özdemir ASAF, İktisat Fakültesi’ne kaydolur. Üç yıl da bu Fakülteye devam eder. Daha sonra buradan da ayrılır ve o dönemde iki yıl olan Gazetecilik Enstitüsü’ne başlar…

Ne yazık ki buraya da ancak bir yıl devam eder ve ikinci sınıfta ayrılır…

Özdemir ASAF; Sabahat Hanım’a hissettiği Aşk’tan dolayı, yataklara düşmüştür. Oğullarının ince hastalığa tutulmasından korkan aile büyükleri, Sabahat TEZAKIN’ın babasının evliliğe onay vermesini sağlarlar…

***

Kızı Seda ARUN, Aşk’ın Şair’i Özdemir ASAF’ı şöyle anlatır:

“Birinci sınıfa başladığım gün öğretmen; ‘Şiir bilenler parmak kaldırsın’ dediğinde, ben de parmak kaldırdım. Benden önce kalkanlar; ya ATATÜRK, ya bayram, ya da anne şiirleri okudular alkışlar eşliğinde. Sıra bana geldiğinde; siyah rugan ayakkabılarımın gıcırtıları eşliğinde, heyecanla tahtaya kalktım…

Evdeki toplantılarda sık sık okunan ve bu yüzden ezberlediğim babamın bir şiirini okudum. Ama şiir bittiğinde alkış değil, derin bir sessizlik doldurdu sınıfı. Ve sonra öğretmenim, ‘Sen bu şiiri nereden biliyorsun, kim ezberletti bu şiiri, kimin şiiri bu?’ diye art arda soruları sıraladı…

– Babamın.

– Baban ne iş yapıyor?

– Matbaacı.

– Babana söyle, yarın okula gelsin…

Akşam eve gider gitmez; olanları anlattım babama. Sessizce dinledi ve güldü. Yalnızca güldü. Benim babamın, herkesin babasından ayıran özelliklerinin: ‘Uzun saçları, gür bıyıkları, siyah beresi, bakışlarındaki ışıltısı, r’leri söyleyemeyişi’ diye biliyordum sadece…

Ben babamın Özdemir ASAF olduğunu öğrenmem için; ilk kitabının basılmasını beklemem gerektiğini, o günlerde bilmiyordum…”

***

Uyanış Dergisi’nde, 1939 yılında yayımlanan bir çeviri ile duyulmaya başlayan Özdemir ASAF ismi; 1950’li yıllara kadar Uyanış, Yedigün, Büyük Doğu, Varlık, Kaynak, Tercüme gibi dergilerde, Şiir ve çevirileri ile tanınır…

Bu dönemde Şair; hem edebi kimliğini ve çizgisini, hem de bu çizgiyi besleyebilecek düşünce dünyasını kurabilmek için, sürekli okur, araştırır, yorumlar…

Uyanış Dergisi’nde, eskiye yönelik eleştirileri yayımlanmasına rağmen; lirik, Aşk, tabiat, yalnızlık gibi temalara odaklı ve Yahya Kemâl etkisi hissedilen Şiir’ler yazar…

Yine bu dönemde, Necip Fazıl Şiir’lerinden de etkilenir…

“İnsanlar! Ah o eski insanlar!

Yaşamıyor şu sessiz harabelerde.

Şimdi uykuların rüyâsıdır uykular…

O insanlar, o akşamlar, o âlemler nerde?

Yürürken; üstümde yeni elbiselerim,

Taranmış saçlarımda bir kundura parlaklığı var…

Başım değil midir ki yürüyen?

Bu adımları köhne kederlerim atar…”

***

Yakın dostu Oktay AKBAL; Şair’in nasıl Özdemir ASAF olduğunu, şöyle anlatır:

“Uyanış Dergisi’nde, Özdemir‘e derginin orta sayfasını ayırmıştık. Orada; kısa kısa yazılar, takılmalar yazıyordu. Bir yandan da şiirler. Kendisine imza olarak, “Özdemir ASAF” adını hepimiz birlikte kararlaştırmıştık…

Daha önceki; Özdemir ÖZDEM, Özdemir YASAMAN, Özdemir ARUN imzalarını bir yana attı…”

***

Özdemir ASAF, eğitimini tamamlamadan çalışmaya başlar. Sigorta şirketinde sigorta prodüktörlüğü yapar. Ancak bu iş, kişiliğine uygun bir iş değildir…

“Dün Yağmur Yağacak” adlı öykü kitabında; “Garıdan Gadı” adlı biyografik hikâyesinde, bu durumu şöyle anlatır:

“Sigorta prodüktörlüğü yaptığım yıllar, hayatımın hareketli çağlarına rastlamıştır. Para kazanıyordum. Gençtim. Fakat gözüm parada değildi. Başka isteklerim vardı…

İnsan tanımak, gezmek, yaşamak, istiyordum. Bu yüzden cebime giren paraları, yalnız yeni çevreler yaratmak için harcıyordum…”

***

1947 yılında; ilk çocuğu, kızı Seda dünyaya gelir. Seda henüz 1 yaşındayken, 1948 yılında askere gider Özdemir ASAF…

Önce Gelibolu, sonrasında Ankara Piyade Okulu ve nihayetinde Erzurum’da geçer askerliği. Erzurum’da yaşadıklarını, şöyle Şiir’e döker bir mektubunda:

“Erzurum yolu 3,5 gündür kapalı.

Şimdi bu mektubu;

Halen 4 tane kalan mumun,

Yanan beşincisinin ışığında yazıyorum…

 

Tekerlekli vasıtalar işlemiyor.

Gaz yok, geldi diyorlar.

Bugün, yarın dağıtılacakmış.

Ancak kızaklar işliyor.

Fakat o da çok üşütüyor.

Ayakları donuyor insanın.

Birçok yerlerde inip yürünüyor.

Bir defa gittim de biliyorum…

 

“Mum yanıyor, zaman yanıyordu.

Erzurum’un köylerinde;

Akşamın ve sabahın erken olduğu,

Ali Baba dağının eteklerinde,

Geniş vakitler yaşanıyordu…”

***

Eşi Sabahat Hanım babasını kaybedince, mirastan payını eşi Özdemir’e verir. 1950 yılında Cağaloğlu’nda, Sanat Basımevi adıyla bir matbaa açarlar…

İsminden de anlaşılacağı üzere; Sanat Basımevi, bir sanat evi gibidir. Kazanç ön plânda değildir…

Basımevi aynı zamanda; edebiyatçıların bir araya geldiği, bir lokâl ve sohbet ettikleri bir mekândır…

İşleri ve özel yaşamı kötüye gitmeye başlar. Kendisini boşlukta hissettiği bir anda, Türkiye’nin ilk kadın fotoğraf sanatçısı Yıldız MORAN ile tanışır…

Bu tanışma hikâyesini ise Yıldız MORAN şöyle anlatır:

“İş konuşmak için, Özdemir ASAF’ın matbaasına gittim. Tarihini de verebilirim tanışmamızın: 4 Kasım 1954, saat 11.00…

Kelimelerle dile getirmek zor. Duygulu, kibar, hiç görülmemiş ve bir daha göremeyeceğim bir insandı. Pırıl pırıl bir zekâ; renkli, yepyeni, bambaşka bir dünyaydı O. Olağanüstü bir insandı kısacası…”

İkilinin arkadaşlığı; Özdemir ASAF evli olmasına rağmen, Sabahat Hanım’ın kuşku ve sitemleri eşliğinde, 1962 yılına kadar devam eder…

***

1955’te, Yuvarlak Masa Yayınları’nı kurar. Ve Şiir kitaplarını art arda yayımlamaya başlar…

Kızı Seda ARUN, O günleri yine şöyle anlatır:

“Bir akşam elinde kitaplarıyla eve geldiğinde, ortalığı matbaa mürekkebi kokusu sarmıştı. Annemle paketi açmalarını beklerken; ilk kitabının yayınlanmasının, babama verdiği heyecanı hissedememiştim…

Bütün kitaplara karşı duyduğu derin saygıyla paketi açmış, okşarcasına tuttuğu kitabını anneme uzatmıştı. Çocukluğumun verdiği hırçın bir coşkuyla; ben de elimi uzatıyordum ki, aynı sıcaklıkla bir tane de bana vermişti…

Dünya kaçtı gözüme. Gülmüştüm… Kocaman bir dünya, göze nasıl kaçabilir ki…”

***

Ve Lavinia…

Dedim ya: Aşk’ın Şair’idir Özdemir ASAF. Çoğuna garip gelse de; hayatına, üç kadının Aşk’ını sığdırmaya çalışmaktadır. Bu kadınlardan üçüncüsü; Şair’in ünlü Şiir’i, “Lavinia”yı ithaf ettiği Mevhibe BAYAT’tır…

“Sana gitme demeyeceğim!

Üşüyorsun, ceketimi al.

Günün en güzel saatleri bunlar.

Yanımda kal…

 

Sana gitme demeyeceğim!

Yine de sen bilirsin.

Yalanlar istiyorsan,

Yalanlar söyleyeyim.

İncinirsin…

 

Sana gitme demeyeceğim!

Ama gitme Lavinia!

Adını gizleyeceğim,

Sen de bilme Lavinia…”

Mevhibe BAYAT; 1958-1959 yıllarında, Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken, Mücap OFLUOĞLU’nun da rol aldığı, “Julie” adlı oyunun giysilerini çizer. Sanat çevrelerinde boy gösterdikçe, O’na âşık olan erkeklerin başını döndürür…

İlhan SELÇUK; Özdemir ASAF’ın, Mevhibe BAYAT’a olan Aşk’ını şöyle tarif eder:

“Lavinia’ya âşıktı Özdemir… Kral Latinus’un kızıydı Lavinia. Vergilus’a göre Roma yakınındaki; 13 sunaklı tapınağıyla ünlü Lotuinium kenti, Lavinia’nın onuruna kurulmuştu…

Özdemir ASAF, sevdiği kız için uzun yıllar dillerde dolaşan ‘Lavinia’ Şiir’ini yazdı…”

Oktay AKBAL ve ilk evliliğini yaptığı İlhan SELÇUK da, Lavinia’ya âşıktır…

***

Eşi Sabahat Hanım, 1958 yılında İsveç’e gider. Kızı Seda ARUN bu gidişi, “Gizli bir terk ediş” olarak tanımlar…

Yıldız MORAN için; “Senelerdir süren hikâye…” diyen Özdemir ASAF, kendini içkiye verir…

1961 yılında, Sabahat Hanım’la boşanırlar. 1962’de, Yıldız MORAN ile evlenir…

Ece AYHAN’a göre; Özdemir ASAF’ın Şiir’indeki dönemeçte, eşi Yıldız belirleyici olmuştur…

Çiftin; 1962’de Gün, 1963’te Olgun, 1966’da Etkin adlarında 3 erkek çocukları olur…

Özdemir ASAF’ın yaşamında, çocuklarının yeri hep önemli olmuştur. Oğullarının yanlış söylediği kelimeler üzerine; denemeler kaleme alır, kızına mektup yazarak öğütler verir…

***

1956’da “Sen Sen Sen” adını verdiği en lirik Aşk Şiir’lerini kapsayan kitabı yayımlanır…

1957’de ise, “Bir Kapı Önünde” adını verdiği Şiir kitabı yayımlanır…

Özdemir ASAF’ın en verimli yıllarında; bu sefer 1962’de yayımladığı “Yumuşaklıklar Değil” kitabı, Şiir’le özdeyiş arasında geçişleri kapsar…

Gözlemlediği dünya gerçeğini, kendi potasında eriterek ulaştığı, zekice buluşlarını, esprilerini mantık ve sözcük oyunlarını içeren kitabı “Nasılsın”, 1970’de yayımlanır…

1971 yılında, Bebek’teki Biblio Bar’ı açar…

Bar o dönemde; sanat dolu sohbetlerin yaşandığı, nezih bir mekândır. Barın hemen üstündeki tabelada, ASAF’ın kısacık bir Şiir’i yazar:

“Bana ıslak bir bez verin,

Dünyanın tozunu alayım…”

1975’te, “Çiçekleri Yemeyin”i yayımlar. Kitapta gazel, tuyuğ, semaî tarzında birçok Şiir; Şeyh Galip’ten, Fuzûlî’den, Yunus Emre’den kısa alıntılar vardır…

1978’de ise, Şair’in yaşarken son kitabı yayımlanır: “Yalnızlık Paylaşılmaz” Kitap adı üstünde, ‘Yalnızlık’ temasını işler…

***

Hep zayıf bir bünyeye sahip olan Şair; 1979 yılında, çocukken geçirdiği akciğer rahatsızlığına tekrar yakalanır…

Yorulmuştur artık…

1980’de barını kapatır. Aynı yılın Aralık ayında, beyninde tümör tespit edilir. O beynindeki tümör, sadece 1 ay daha müsaade eder yaşamasına…

41 yıl önce bugün, 28 Ocak 1981’de; uzun saçları, kalın bıyıkları, boynundan eksik etmediği atkısı, beresi ve peleriniyle, “r”leri söyleyemeyen, bu Aşk’ın Şair’i, bu güzel insan, melek olup uçar gökyüzüne dostlar…

Bu dünyadan bir “Özdemir ASAF” geçti… Dediği gibi ve yaşadığı hep:

“Geleceksen,

Seveceksen,

Sarılacaksan,

Hep bugün!

Yarın yok ki!”

Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla…

 

Bir cevap yazın

Top