Buradasınız
Anasayfa > KÖŞE YAZARLARI > Konuğumuz Şükrü Erbaş / BAHA AKINER

Konuğumuz Şükrü Erbaş / BAHA AKINER

Sosyal Medyada Paylaş

Acının, yokluğun, yoksunluğun her halini yaşadığımız şu zamanda güne yine, yeniden şiirle ama sıra dışı bir konuyla başlamak istedim dostlar…

Konuğumuz Şükrü Erbaş. Hani şu “Şiir, bir tedirginlik sanatıdır. Yakınlıktan da, uzaklıktan da aynı pişmanlığı duyar…” diyen ve ardından,

“Kenar mahallelerin, geri dönüş saatleridir şiir. Kasaba kahvehanelerinde, dışarıya hiç bakılmayan pencerelerdir. Önüne bakan insanların kat ettiği yollardır…

Bir çocuk bakkaldan çıkıyor, avucunda küçücük bir güneş; şiir, çocuğun bakkala girişidir. Yoksulluğun, arka cebinde taşıdığı aynadır. Kalbinin insana o bağışıdır ki, sinema afişlerinin yalana döndüğü yerde, insanın elinden tutar. Işıkların değil, gölgelerin türküsüdür. Bir kadının kirpikleriyle çizdiği gözyaşı haritasına, adamın kuramadığı cümledir şiir. Annelerin güneşe serdiği kış yataklarıdır. Tenha evlerin, sokaklardan hıncını almasıdır…” düşüncelerini güçlü kalemiyle ekleyen Şükrü Erbaş…

***

Buyurun Şükrü Erbaş ve üstüne hâlâ konuşulan “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?” şiiri:

“Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır.
Değişen bir dünyaya karşı,
Kerpiç duvarlar gibi katı,
Çakır dikenleri gibi susuz,
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da,
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese söverler.
Yağmuru, rüzgarı ve güneşi;
Bir gün olsun,
Ekinleri akıllarına gelmeden düşünemezler.
Ve birbirlerinin sınırlarını sürerek,
Topraklarını büyütmeye çalışırlar…

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar karılarını döverler.
Seslerinin tonu yumuşak değildir.
Dışarda ezildikçe içerde zulüm kesilirler.
Gazete okumaz ve haksızlığa,
Ancak kendileri uğrarlarsa karşı çıkarlar.
Adım başı pınar olsa da köylerinde,
Temiz giyinmez ve her zaman,
Bir karış sakalla gezerler.
Çocuklarını iyi yetiştiremezler.
Evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur.
Bir gün olsun dişlerini fırçalamaz
Ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar…

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler.
Birbirlerinin evlerine ancak,
Ölümlerde ve düğünlerde giderler.
Şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar.
Gülmek ayıp, eğlenmek zayıflıktır.
Ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
Binlerce yılın kalın kabuğu altında,
Yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
Aldanmak korkusu içinde,
Sürekli birbirlerini aldatırlar.
Bir yere birlikte gitmeleri gerekirse,
Karılarından en az on adım önde yürürler.
Ve bir erkeklik işareti olarak,
Onları herkesin ortasında döverler…

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar yanlış partilere oy verirler.
Kendilerinden olanlarla alay edip,
Tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
Devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir.
Devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
Yiğittirler askerde subay dövecek kadar,
Ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
Ezim ezim ezilirler.
Enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
Cami duvarı, kahve ya da bir ağaç gövdesine yaslanıp;
On bir ay, gökyüzünden bereket beklerler.
Dindardırlar ahret korkusu içinde,
Ama bir kadının topuklarından
Memelerini görecek kadar bıçkındırlar.
Harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez,
Şehre giderler!..

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar otobüslerde ayaklarını çıkarırlar.
Ayak ve ağız kokusu içinde kurulup koltuklara,
Herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden,
Kızlarının talihsizliğini
ve hayırsız oğullarını anlatırlar.
Yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde;
Bunun, Tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
Ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
Gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
Zengin bir akrabalarından söz ederler.
Kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar.
Ama sokağa çıkar çıkmaz sümküre sümküre.
Yollara tükürürler.
Ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine,
Şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar…

Köylüleri niçin öldürmeliyiz?

Çünkü onlar ilk akşamdan uyurlar.
Yarı gecelerde yıldızlara bakarak,
Başka dünyaları düşünmek gibi bir tutkuları yoktur.
Gökyüzünü baharda yağmur yağarsa
Ve yaz güneşleri ekinlerini yetirirse severler.
Hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe,
-Bu verimi yüksek bir tohum bile olsa-
Sonuçlarını görmeden inanmazlar.
Dünyanın gelişimine bir katkıları yoktur.
Mülk düşkünüdürler amansız derecede.
Bir ülkenin geleceği,
Küçücük topraklarının ipoteği altındadır.
Ve birer kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden,
Zamanın derin ırmakları önünde…

KÖYLÜLERİ;
SÖYLEYİN NASIL,
NASIL KURTARALIM?”

***

Dehşet ifadeler değil mi dostlar? Bir şair ve öldürmekten bahsediyor. Tabi ki böyle değil işin özü. Tabi ki bence…

Bu, görünen yüzü. Gelin, görünmeyen tarafına bakmaya ve Şükrü Erbaş’ı kendi ifadelerinde anlamaya çalışalım…

Öncelikle,

“Unutmak ve suçlamak kolaydır!
Aslolan beslenip bir gülfidanı gibi
Yaşamın yapraklarıyla geçmişin toprağından;
Bir gün bile yitirmeden bulutlar içinde, güneşin yolunu…
Geleceğe güller sunmaktır…”

diyebilecek kadar, bir insanın yaşamındaki en büyük amacının geleceğe güller sunmak olduğunu düşünen bir şair ve Atasının “Köylü milletin efendisidir” dediği bir coğrafyada “Köylüleri niçin öldürmeliyiz?” demesi…

İlginç değil mi?

Tabi ki, bu bir ironi. Ve aynı zamanda bir saptama. Genellemek yanlış olur ama çıkarın dize başlarını, yani “Köylüleri niçin öldürmeliyiz?” başlığını; içeriğindekilerin hemen hemen hepsi hem de kıymetli birer saptama. Sonundaki “KÖYLÜLERİ; SÖYLEYİN NASIL, NASIL KURTARALIM?” arzusu da…

***

Toprak Mahsulleri Ofisi’nde uzun yıllar memurluk ve yöneticilik yapan Şükrü Erbaş’ın köylüleri tanımaması mümkün mü? Terzi babamdan biliyorum. Müşterilerinin çoğunluğu köylü. Köylüleri en iyi köylüler ve köylülerle muhatap olan kişiler tanır…

Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri niçin öldürmeliyiz?” şiiri; bir öldürme isteği ya da bir küçümseme değil, 80’li yıllardaki ülkemiz köylülerinin şair tarafından gerçek bir resminin çizilmesi…

Peki, şimdi böyle mi? Şimdi de böyle değil…

Teknolojinin ilerlemesiyle hayatını kolaylaştıracak şeylere sahip olabiliyor artık köylü. Aynı kentli gibi anında ulaşabiliyor her şeye. Ve dolayısıyla kendini geliştiriyor…

Dedim ya: Hâlâ konuşulur bu şiir. Aydınlar, memurlar, köylüler; tüm şiir yürekliler, okuyanlar ve duyanlar tarafından. Eğrisi, doğrusu…

“Öldürme” temasının bir şairin dilinin olmaması düşüncemin yanında, Şükrü Erbaş’ın herkesi rahatsız eden bir ironiyle eğitime vurgu yaptığını düşünenlerdenim ben…

Ya siz?

Yazın lütfen…

Kıymetli düşünceniz, fikriniz…

Bir yanıt yazın

Top