Buradasınız
Anasayfa > Genel > Hiç unutmam, dündü… BAHA AKINER

Hiç unutmam, dündü… BAHA AKINER

Sosyal Medyada Paylaş

Hiç unutmam, dündü… Tece’den bindim yine Vahap Bey’in 10 numara 5 yıldız limon otobüsüne…

Üniversite, iki iki buçuk üç dört beş filan çevre yolu dolanmadan; çarşı…

Her zaman yaptığım gibi oflar puflar ve ters ters pis pis yandan bakışlar arasında, yara yara en arkaya ilerledim. Oturdum kimsenin itibar etmediği en arkadaki dar 3’lü koltuğun pencere kenarına. Arka kapının önündeki tekli koltuğa oturan yörük amcam bana, ben yörük amcama karşı…

Mezitli bankalar durağı civarında; ellerinde, boynunda bi dünya poşet, çanta, çıfıtçı çarşısından çıkmış gelmiş gibi, hafif nemrut suratlı bir teyze geldi yanıma oturdu…

Pencere ve motor kenarı dolu. Tek boş olan yere, üçlünün ortasına…

Tam olarak kucağında da sayılmaz ama pençelerini geçirmiş gibi yapışmış teyzenin üstüne 3-4 yaşlarında tatlı da bir çocuğu…

Çocuğun gözler fildir fildir, masmavi. Teyzem “Tut şu çocuğu!” diye emretti resmen. Canıma com com! Bayılırım çocuklara. Aldım çocuğu kucağıma…

Ben çocukla başladım, oyunların bini bir para…

Bu arada çantaları, poşetleri yerleştiriyor nemrut teyze. Oradan alıp diğerine koyuyor. Bir şey arıyor gibi değil ama çantaların, poşetlerin içeriği değişiyor sürekli, güncelliyor…

Bi 10 dakika filan geçti. Biz çocukla bayaa bi oyun arkadaşı, kanka filan olduk. Birbirimizi gıdıklıyoruz, el şakaları, çaaak yapmalar filan, gülüyoruz sürekli…

Yani, daha çok ben O’nu güldürüyorum da bir gözüm de teyzede, çocuğu ha aldı ha alacak diye bekliyorum…

Hayır, almasın oynayayayım daha da; olması gereken o olduğu için bekliyorum…

Nemrut teyzem; yerleştirmeleri, güncelleştirmeleri bitirdi. Oturuyor öyle. Çocuğu filan istediği de yok. Yayıldı koltuğa, etrafa bakıyor…

“Allah allah, hayırdır inşallah?” derken teyzem kalkmaya yeltendi; çantalarını, poşetlerini topluyor…

Gözüm ve şaşkın bakışlarım üzerinde; umursamaz bir edayla kalktı düğmeye bastı, ilk durakta inecek. Marina, 48 Elektrik civarındayız…

Herhalde tam inerken alacak çocuğu diye beklerken; otobüs durağa yaklaştı, yavaşladı, teyzem inecek artık hamlesini de yaptı…

– Teyze, çocuk; diyebildim sadece…

– Ne çocuğu?

– Verdin ya işte kucağıma. Toparlanırken…

– Ben vermedim çocuk filan, deyip inmeye yeltendi iyice…

“Ben vermedim mi?” Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü resmen. Nasıl bir tezgah bu?

“Arkadaşlar görmediniz mi?” diye yolculara sesleniyorum. Otobüs hınca hınç, hiç kimse konuşmuyor, dut yemiş bülbül gibi hiçbirinden ses seda yok, kimse karışmıyor…

Bu arada herkes gibi bizi şoför de izliyor…

– Şoför Bey, teyze çocukla bindi. Görmedin mi?, diyorum…

– Akşama kadar bir sürü yolcu biniyor, onları mı takip edeceğim ben?, diye bir de bana fırça atıyor…

Tuttum kolundan ya, inemiyor da teyze. Bağırış çağırış, bir yandan çocuk ağlıyor…

Teyze “İneceğim” diyor, ben “Bırakmam”…

Şoför kapattı kapıları, yönünü çevirdi Mezitli’ye doğru geri. Konuşmuyor da…

Bastı, getirdi, bizi Mezitli Karakolu’na bıraktı…

Allah Allah, işlere bak…

Geçtik karakola…

Anan aşağı – baban yukarı, ifadeler, kavga – gürültü, bağırış – çağırış, rezilliğin bini bir para!

Başkomiser dedi ki: Bu böyle olmayacak. Bırakacağız çocuğu uzaktan, kime giderse O’nun çocuğu…

Olur mu, falan filan. Kan tahlilidir, DNA’dır, kıldır tüydür derken; nasıl bir tezgahsa geçtik nemrut teyzeyle ayrı ayrı köşelere, bıraktılar çocuğu…

Çocuk baktııı baktı, ağlaması durdu, bir daha baktııı baktı, bir bana baktı bir nemrut teyzeye, bir nemrut teyzeye baktı bir bana bir de başkomisere ve başladı bana doğru yürümeye, iyi mi?

O doğrultuda gittikçe yaklaşıyor bana, şimdi ben de bir teyzeye bakıyorum bir çocuğa. Bir de şaşkın bakışlarla başkomisere. Çocuk geldiii geldi önüme kadar mesafemiz gittikçe yaklaşıyor, açtı kollarını da tam sarılacakken bana, 3 boyutlu gibi izlerken o dramatik sahneyi, tam o anda acı acı bir telefon inletiyor her yeri. İnletmiyor, ağlatıyor resmen. Ne alâka derken…

*****
*****
*****
*****
*****
*****
*****
*****
*****
*****
*****
*****
*****
*****
*****

Annem…

Bir gözüm açık, bir gözüm bok yeme otur kıvamında kapalı, el yordamıyla aldım telefonu…

“Annemm” yazıyor ekranda iki “m”li…

Saat, 06.11…

Bastım yeşiline ekranın…

– Alooo, aloooo, oğlum, Baha, alooooo…

Akşamdan da kafayı çekmiştim ya üstatlarla; hani mehtaba da karışmıştık Necdet, Hakan, Fatih, Ali ağabeylerimle. Kafam 50 kilo tartar o kadar ağır yani bir de ağrıyor ki; siz sormayın, ben de söylemeyeyim…

– Anne hayırdır bu saatte?

Rüyamda gördüm oğul, diyor. Oh be, yastığıma sızmış korkumun teri…

“Oh be!” diyorum ben de gerisini demeden, sadece “oh be!”

Anne bu; bilmez mi, anlamaz mı? Sesimin tınısından hissediyor zaten tedirginliğimi. Bu sefer o soruyor: Hayırdır oğul?

Ne anlatayım şimdi?

“Yok bir şey anne, iyi ki varsın” diyorum. “Allah seni ve babamı başımızdan eksik etmesin…”

Yaşıyorsa, annelerinizin – babalarınızın kıymetini bilin dostlar. Şimdi hemen yanlarına gidin mesela sabahın körü demeden ya da telefon edin, “Seni çok seviyorum” deyin…

Ebediyete intikal ettilerse de güzel anın onları bugün. Yapabilirseniz bir çocuk sevindirin. Allah rahmet eylesin…

Bir yanıt yazın

Top