Buradasınız
Anasayfa > KÖŞE YAZARLARI > HANGİSİNİ ANLATALIM? / YAŞAR EYİCE

HANGİSİNİ ANLATALIM? / YAŞAR EYİCE

Sosyal Medyada Paylaş

İfadesine göre, annesinin iki öğüdü vardı, İzmir Damlacıklı, Bodrum Kalesi ve Sualtı Arkeoloji Müdürü Dr. Hc.T. Oğuz Alpözen’e…

‘Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi tapın (ibadet et)’

Birinciyi severek uyguladığını bilenlerden biriyim.

İkincisine de zaman ayırmaya çalıştığını…

Anımsadığıma göre, Altay’ın önceki başkan ve yöneticilerinden Rıdvan Burteçin Lejyonerdi…

Bu nedenle Fransa’dan her ay maaşı geliyordu…

Yine anımsadığıma göre; Dünya Kültürüne hizmetlerinden ötürü Türkiye’nin ilk sualtı arkeoloğu T. Oğuz Alpözene Danimarka Dannebrogordonen Şövalyesi unvanı verildi.

Ülkemizde, her şeye rağmen, mücadele yapan, ısrarla sürdüren kaç kişi vardır ki?

Ben söyleyeyim, bunların ilki, ‘Bodrumlu’ diyeceğim Dr. Oğuz Alpözen…

Neden İzmirli değil de Bodrumlu?

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nden sonra, 1962’den başlayarak Bodrum’da, George F. Bass’ın sualtı kazılarında, heyet üyesi, sonra bakanlık temsilcisi olarak Bodrum’a gelmesi ve 1968’de Haluk Elbe yönetimindeki Bodrum Müzesi’nde asistanı, 10 yıl sonra da Müze Müdürü oldu.

Yani şu anda yaşayan en eski Bodrumlulardan biri Oğuz Alpözen…

Demokrat İzmir Gazetesi’nden, ‘Merhaba’ deyişiyle tanıdığım ‘Halikarnas Balıkçısı’ Cevat Şakir’in 1962 yılında, yani İzmir Damlacıklı Oğuz Alpözen’in ‘Bodrumlu’ olduğu yıl, Bodrum Kalesi ile tanıştığında, içinde bir dut ağacı ile çınar olmak üzere sadece iki ağaç vardı.

Sonra burası yakın zamana kadar bilenlerin de tanık olduğu gibi, sayesinde ‘botanik bahçesi’ haline getirilmişti.

Halikarnas Balıkçısı ‘Mavi Sürgün’ isimli kitabında ‘Bakanlık kaleyi antika diye saklıyor’ demişti…

‘…Oysa ne sanat ne de tarih bakımından bir değeri vardır!’ diye yazmıştı…

Ve tanıklardan biri olduğum için anlatayım:

Türk Futbolunun taçsız kralı Metin Oktay gibi Damlacıklı olan Alpözen işte bu kaleyi, bilimin ışığında, Türkiye’nin en güzel, dünyanın en büyük Sualtı Arkeoloji Müzesi haline dönüştürdü.

2005 yılında Türkiye’de en fazla soruşturma geçiren, ama tek bir ceza almadan emekli oldu.

Burada şu notu da eklemek istiyorum:

Eğer bir müdür yaşamı boyunca hiç soruşturma geçirmediyse hiçbir iş yapmamış, sadece durumu idare ederek zamanını geçirmiştir.

Bir zamanlar bakanın bir ne demişti?

‘Şu okullar olmasa maarifi (eğitimi) ne güzel idare ederdim!’

Yine anımsatayım:

Bernard Mc. Donagh, ‘Blue Guide Turkey’ adlı rehber kitabında ‘Kulelerin arasında gezinirken, gökyüzü gül gibi kokuyor’ demişti…

Şimdi ise tek bir gül de yok!

‘Kuş Cenneti’ idi, onlar da uçup gitti!

Üzücü haberlere devam edeyim de, neden belli bir yaşa gelmesine rağmen yerinde oturmayarak ‘mücadele insanı’ olan Dr. Oğuz Alpözen’e destek verdiğimizi anlatayım:

Her şeyden önce;

Bodrum Kalesi Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin hemen her salonunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafları ve özdeyişleri vardı.

Uluburun Salonunun girişindeki kalpaklı Atatürk Fotoğrafının üstünde, ‘Özgürlük ve Bağımsızlık Benim Karakterimdir’ yazıyordu…

Silindir Şapkalı Atatürk, Gülen Atatürk ve diğer fotoğraflarının hiçbiri, aynen stadyum ve spor salonlarından çıkarıldığı gibi yoklar…

Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in, son çivisini çaktığı, dünyadaki tek örnek, Doğu Roma Gemisi sökülüp atıldı…

Dünyanın en büyük, Amphora Sergilenmesini sonlandırdılar…

Türkiye’nin en eski Kütük Kayık Sergilenmesini bitirdiler…

Dünyada ilk defa antik çağda enflasyonu gösteren ‘Sikke Salonu’ nu yok ettiler…

İngiliz Kulesi Şölen Salonu’nda 5 duyuya hitap eden bir sergileme vardı.

Dünyada ilkti!

Tahmin ettiğiniz gibi, o da yok!

Komutan Kulesi İbrahim Nezihi Solonu ile birlikte 18 sergi salonu da kaldırıldı…

Bunlar anımsadıklarım…

Umarım ‘mücadelesini’ bıkmadan sürdüren ‘üstat’ Damlacıklı pardon ‘Bodrumlu’ Oğuz Alpözen, son altı yedi yılda, bilinçli bir şekilde ‘Yok Edilen’ Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin sesini, gelecek nesillere tüm çıplaklığı ile anlatır, elindeki fotoğrafları bir eserde değerlendirir ki, nasıl ‘Nereden nereye geldik!’ diye sevindiğimiz gibi, ‘Nereden nereye getirdiler?’ diyerek acı gerçekleri de kayıt altına aldırır…

Bari birileri gibi bizden sonrakiler de ‘görmedim, duymadım, bilmedim!’ gibi bir tavır takınmazlar…

Elimizdeki dünya güzelliklerini nasıl yine kendi elimizle yok ettiğimizi öğrenirler, başlarını avuçlarının içine alarak, ‘Neler yapmışız!’ diye düşünürler…

*-

Bir yanıt yazın

Top