Buradasınız
Anasayfa > Genel > – BİLİM SİYASET GİRMEMELİ / YAŞAR EYİCE

– BİLİM SİYASET GİRMEMELİ / YAŞAR EYİCE

Sosyal Medyada Paylaş

Kısasa kısas!

Yapılan kötülüğün aynı biçimde karşılığını verme ilkesini ifade eder.

Ama bunu zamanımızda kabul etmek bir yana, düşünmek bile olmaz, olamaz.

Ama nedense ‘Birlik ve beraberlikten’ söz ettiğimiz bu yıllarda, akla hayale gelmeyecek kişi ve kurumlardan bile olmayacak kararlar alınabiliyor.

Özellikle ‘Bilimde’ ve bilim insanlarında, kurumlarında ‘Kısasa kısas’ şeklinde yapılanma, bilime siyaset karıştırmak akıllara ziyan bir durumu ortaya çıkarıyor.

Bu tür düşünceye de, karar verenlere de ‘Yazıklar olsun’ diyorum.

Hiç ama hiç ‘affedilir!’ bir yana yok, bu yaklaşımların…

Birini anlatayım:

*- ÜLKEMİZİ İLGİLENDİRİYOR

İzmir’de, ‘Körfezin Geleceği, İzmir’in Geleceği’ başlığıyla önemli bir çalıştay düzenlendi.

Yalnız İzmir değil, ülkenin çevre sorunları bu çalıştayda ele alındı.

Üzücü taraf, bazı bilim insanlarının İzmir’deki bu çalıştaya katılmaları bazı üniversite yönetimleri tarafından engellendi.

Durumun ne kadar üzücü ve siyasi olduğu açıkça ortada.

Sanki başka bir ülke, başka milletten insanlarız, gibi davranılıyor.

Bu çok yanlış ve bunun bence de affedilir tarafı olamaz.

Biliyorsunuz;

Bazı üniversitelerimizin Rektör ya da söz sahibi sahip ve yöneticileri ya AKP’den milletvekili olmuş, ya da milletvekili ya da belediye başkan adayı olmuşlardır.

Ama bilime siyaset bulaştırılıp, ‘Kısasa kısas’ gibi akıl almaz bir şekilde hareket edilebilir mi?

Çok üzücü bir durum…

*- TÜRKLER YOK!

Düşünün Çalıştaya dünyanın öbür ucundan Amerika’dan, Çin’den bilim insanları katılıyor, ama davete ‘Tabi geliriz’ yanıtını veren bizim bazı bilim insanlarımıza, Rektörlük tarafından yapılan aramalarda, ‘Katılmanızı doğru bulmuyoruz!’ denilebiliyor.

Bilgi paylaşılmadıkça, insanlara ve ülkeye fayda sağlamadıkça, eksik sayılır.

Düşüncelerimiz, hayallerimizin yapı taşlarıdır.

Öğrenmek, bir sarmaldır; her döngüde daha da derinleşir.

Başkalarıyla öğrenmek, en keyifli yolculuktur.

Okumak, bir düş dünyasına açılan kapıdır.

Öğrenme, bilgi maratonunun kendisidir…

Şunu da ekleyeyim:

Bilgi paylaşılmadıkça bir yük olmaktan ileriye gitmez.

*- BAZEN ŞAŞIRTICI

‘Yasakçı’ siyasi zihniyete anımsatayım:

‘Bilginin paylaşılmaması ya da kullanılmaması bu anlattığım konuda olduğu gibi bazen şaşırtıcıdır.

Ancak insanın doğal eğiliminin bilgiyi saklamak ve başkalarının bilgisini şüpheyle karşılamak olduğu kabul ediliyor.

Bilmem sevgili Rektörler ya da danışmanları ne demek istediğimi anladılar mı?

Bildiklerimizi kendimize saklamak, bencillik ve egoistliktir.

Bunların yerine; paylaşmak, öğretmek, hem sizin bildiğiniz konu hakkında bilginizi tekrar edip, bu arada eksik ve hatalarınızı bulmanızı sağlar, hem de öğrettiğiniz, anlattığınız kişi ya da kişilerin, sizin bulamadığınız, göremediklerinizin ortaya çıkmasını sağlar.

Acaba sizler hataların, eksikliklerin, ortaya çıkmasından, ‘bilim yuvası olduğunuzdan şüphe duyulmasını’ önlemek mi istiyorsunuz?

Bu dünyada her şey olur…

Sonuç olarak, böyle kararların, engellemelerin, affedilir tarafının olmadığını herhalde bizim kadar değer verdiğimiz Rektörlerimiz de biliyorlardır.

Siyasetin bilime karıştırılmayacağını da…

*- HER KİTAP SİZE BİR KAPI AÇAR

Usta yazar Ayşe Kulin, ‘Kim yazarsa yazsın her kitap, size bir kapı açar. Kalbinizin bir yerine dokunur. İçinden üç cümle geçer ve size bilmediğiniz bir dünyayı getirir’ diyor.

“Adı: Aylin, Sevdalinka, Nefes Nefese, Füreya ve Veda…’ gibi önemli eserlere imza atan yazar Ayşe Kulin, “ilkokulu yarıda bırakan Nalân Türkeli’nin Varoşta Kadın Olmak” kitabını okuduktan sonra kitaplarını daha farklı bir bakış açısıyla yazmaya başladığını söyledi.

Nalân Türkeli’nin kitabını bitirince gece boyunca ağladığını dile getiren Kulin, “İstanbul’da herkes çöp bidonunu apartmanın önüne bırakırdı. Sonra birtakım arkadaşlar çöpleri deşer ve içinden bir şeyler alırdı. Etraf pislik içinde kalırdı ve ben bunlara çok kızardım. Kitabı bitirdiğim zaman yatağımın içinde hüngür hüngür ağladım.

‘Çöp toplayan insanların hayatlarını hiç mi düşünmedin?’ diye kendime sordum.

Çok utandım ama bir şey öğrendim.

Nalân Türkeli, ilkokuldan terk. 3 sene okumuş ve kitap yazmış.

İstanbul’a gelmişler, gecekonduda oturmuşlar ve çöp toplayarak yaşamışlar.

Sonra oturup bunun hikâyesini yazmış.

Ayşe Kulin de sıcak kaloriferli evinde oturmuş, o kitabı okuyor. Bir nevi dünyanın kapısını bana, ilkokulu bitirmemiş bir kadının kitabı açtı” ifadelerini kullandı.

*- ADALETSİZLİK

Mesela aynı fikirlerde olup, anlaşmak değildir.

Mesele, farklı fikirlerde olup, birbirine saygı duyabilmektir.

İşte böyle davranabilenlere ‘İnsan!’ deniyor…

Anlaşabileceğimiz ortak konularda konuşmak yerine, anlaşamadığımız konularda kavga ediyoruz…

Herkesin bir düşüncesi vardır ve olmalıdır da!,,,

Kendi düşüncelerimizi başkasına kabul ettirmeye zorlamak yerine, başkalarının düşüncelerini dinlemekle başlar isek ortak düşüncelerimizin ne kadar çok olduğunun farkına varabiliriz.

İnsanoğlu 9-12 ayda konuşmayı öğreniyor da, ölene kadar boş- gereksiz konuşmamayı ve susmayı öğrenemiyor.

İki tarafı da dinlemeden, kimin doğru söylediğine karar veremezsin.

Kendi fikirlerinle, başkasını yargılamak, en büyük adaletsizliktir…

*- DOLARLAR DOLARKEN

Birçok büyük firmada yöneticilik yapan Necdet Akın, güncel olayları yaşadıklarıyla birleştirerek kaleme alıyor.

Belki günün birinde anılarını birçoğumuz gibi yazar.

Günümüzde en çok konuşulanlar da ‘sahte dolarlar!’

Öyle ki, bankalar bile dolar almıyor, satıyor.

Yani birikimlerini ‘dolar’ ya da ‘avro’ alarak değerlendirmek isteyenleri şimdi ‘Ne olacak? Elimdeki yabancı paralar acaba sahte mi?’ diye kara kara düşünmeye başladı.

Neyse lafı fazla uzatmadan, bazı alıntılar yaptığım Necdet Akın’a söz vereyim:

“Bir zamanlar, ekonomistlik yanı henüz keşfedilmemiş olan Yıldız Tilbe, kurun devamlı yükselmesine çok sinirlenmiş.

‘’Doların içine tüküreyim.  Canım tl.’ diyerek, ‘Tl basıyorsak, Dolar da basarız. Böylelikle, kur sorununu hallederiz.’ önerisini getirmişti.

Ama kendisine ‘Otur oturduğun yerde. Sen yalnız şarkılarını söyle’ dediler.

Böylece, ülke önemli bir ekonomistinden mahrum kaldı.

Ancak, 6 yıl sonra, Bayan Tilbe haklı çıktı.

Dolar 35’i bulunca, yolun yarısına gelinince, önerisi yine ilgi gördü.

Söylendiğine göre;

Şakır şakır dolar basılmaya ve de piyasayı doldurmaya başladı.

600 milyonluk tiraj yetmemiş olmalı ki, son olarak, Euro’ya da dönüldü.

‘Dolar basanındır!’ denilerek, ‘Non stop’  çalışmaya devam ediliyor.

Temiz baskılar, bol kağıt ve mürekkepler…’

Tabi bu anlatılanlar, olayın mizah yönü…

Komedi filmi olabilir, Kemal Sunal filmleri gibi…

*- ADANALI USTA

Bir zamanlar Adana’da, baskı makinelerinin kitabını yazan, N. Adlı bir değerli usta vardı.

Bu vatandaş, bir ara tamirat işlerinden iyi para kazanamamış olacak ki. Dolar basmakla iştigal etmeye başladı.

Bastığı banknotlar, Amerikan Merkez Bankasını bile kıskandıracak nitelikteydi.

Ancak yakalandı.

Çünkü;

Bu kadar masraf etmişken, 20’lik dolar birimi yerine, daha çok kazanmak için, Amerika’da bile görülmeyen, 25’lik dolarları basmaya başlamış.

Bu icadı, Amerikalılar tarafından ‘Şaşkınlıkla!’ alkışlanmış.

Ancak geçerliliği olmamıştı.

*- ODUNCU VE BALTASI

Şimdi de bir hikaye anlatacağım…

Sanıyorum bu hikayeden de ders alanlar çıkacaktır.

‘Bir zamanlar, çok güçlü bir oduncu bir kereste tüccarından iş istemiş ve işe alınmış.

İşin hem ödeme hem de çalışma koşulları çok iyiymiş. Bu nedenle, oduncu elinden geleni yapmaya karar vermiş.

Patronu ona bir balta vermiş ve çalışacağı bölgeyi göstermiş.

Oduncu büyük bir gayretle ilk gün tam 18 ağaç keserek getirmiş.

‘Tebrikler’ demiş patron, ‘Çalışmana böyle devam et!’

Patronun bu söylediklerinden daha da motive olan oduncu ertesi gün çok daha gayretle çalışmış.

Ancak, sadece 15 ağaç kesip getirebilmiş.

Bu durumdan biraz mahcup olmuş.

Üçüncü günü ‘bunu telafi edeyim!’ diye gayret etmiş.

Ama sadece 10 ağaç kesip getirebilmiş.

Her geçen gün kesip getirdiği ağaç sayısı giderek daha da azalmaya başlamış.

*- BİLEMEDEN OLMAZ!

‘Gücümde ve kuvvetimde azalma oluyor’, diye düşünmüş oduncu.

Ve patronuna giderek özür dilemiş.

Çok çalıştığını ama kestiği ağaç sayısının giderek azaldığını söylemiş. Bunun nedenini de tam olarak çözemediğini ifade etmiş.

Patronu, ‘En son baltanı ne zaman biledin?’ diye sormuş.

‘Bilemek mi?’ diye cevap vermiş oduncu!

 ‘Odun kesmekle o kadar çok meşguldüm ki, baltayı bilemek hiç aklıma gelmedi!’

Hayatta her zaman aynı işi yapmakla meşgul olmak veya sadece çok çalışmak başarı için yeterli değildir.

Bu zaman içinde arada bir durup, kendinizi geliştirmek ve daha verimli olmak için ne yapmanız gerektiğini de öğrenmek gerekir.

Yani arada bir durup, kendi kişisel baltanızı da bilemelisiniz…

Bu hikayede ‘Kıssadan hisse’ var.

Ama yaşamda ne ‘Bu oduncu’ gibi işini ve patronunu sevene rastlarız.

Ne de, işçisini, çalışanını dinleyen ve destekleyen, ona yol gösteren bir işverene, yani patrona…

Hepsi hikaye yani…

*-

– BİLİM SİYASET GİRMEMELİ / YAŞAR EYİCE

Bir yanıt yazın

Top