Ahmet Erhan. Ölüm yıl dönümünde, saygıyla… BAHA AKINER KÖŞE YAZARLARI by admin - 4 Ağustos 202318 Eylül 20230 Sosyal Medyada Paylaş Çok yakında yayımlanacak “Türk Şiirinin 75 Güçlü Kalemi – Aşk’la…” kitabımdan, Ahmet Erhan. Ölüm yıl dönümünde, saygıyla… “Sana artık Ahmet Erhan diyorlar! Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi. Eve hep geç saatlerde gelen babaların, Ayak izlerinden yükselen buğu. Bir toprağın, dalına dokunamadığı yerde büyüyen boşluk. Ay ışığında kaldırımları süpüren bir kadının, İkide bir durup, burnunu önlüğünün koluna silmesi; Gibi boğuk, gibi çıldırtıcı, gibi silik… Sana artık Ahmet Erhan diyorlar! Nereye gideceğini yitirmiş; Yol, uçurum, dağ, bayır, çöl. Bir kuşun kanadından çıkan kav; Bir kibritin ömrünün, bir tek sigarayla sınırlı olması. – Alkol, kendileri seni seviyor! Her el titremesinin bir fotoğrafını çekmeli. Yanık masa örtülerinin, kırık bardakların, Günışığında her şeyin, her şeyin görünmesi; Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız… Sana artık Ahmet Erhan diyorlar! Tökezlemiş söz, suskun türkü, rendelenmiş umut kırıntısı. Şiir… Alkolik bir babadan artakalmış sarışın güz boğuntusu. Çıkılmaz buradan artık diyor bir ses, Hiç değilse kapıları iyice örtün! Soğuk, yalnızlığa özenip girmesin içeri; Gibi sinsi, gibi alaycı, gibi bungun… Sana artık Ahmet Erhan diyorlar! Kötümserlik, kusmukların çiçek kalıplarına dökülmüş hâli. Her şeyin göreceli olduğu bir dünyada iş mi bu şimdi! Değişimlerin bir türlü dönüşüme varamadığı yerlerde, Aklımı teğelliyor bir çocuk durup dururken; Gibi çılgınlığa, gibi serseriliğe, gibi ölüme… Sana artık Ahmet Erhan diyorlar! Parmak damgasının mülkiyete yettiği bir çağda. Yüreğini kâğıtlara basmanın bedeli, Damarlara dolan toprak kokusunun hep ölümü çağrıştırdığı, Yaşamın, konuşulan en eski lehçesi; Gibi okunmayan, gibi tozlu, gibi gülünç… Sana artık Ahmet Erhan diyorlar! Diklendikçe, kendi rüzgârından başı dönen gurur. Yürüdükçe, yollardan pencerelere yükselen buhur. Çok şey görmüş geçirmişsin biliyorlar; Gibi ölüm, gibi aşk, gibi şiir… Sana artık Ahmet Erhan diyorlar! Akdeniz 1958.1.72, 60 kg… Evli, karısı hamile, iki paket sigara. Sabah dokuz akşam yedi. – Sahi ne vardı başka? Evet, diyorlar ve ekliyorlar: Önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık, Sonunda götürse götürse, çiçek götürür kendi mezarına; Gibi deli, gibi meczup, gibi şeyda… Ve keçe uçlu bir kalemle yazıyorlar: Doğacak çocuğuna ad düşünen nihilizm, Sabahın alacakaranlığında, bir uçurum önünde Bekleyen dirim; Sana artık Ahmet Erhan diyorlar…” ***** 8 Şubat 1958’de, Ankara’da doğar. Asıl adı Erhan Bozkurt’tur. Ahmet İzzet – Emine Bozkurt çiftinin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelir Ahmet Erhan; şair ve öykü yazarı. 78 kuşağının en önemli şairlerindendir Ahmet Erhan. Okuyanı, duvardan duvara fırlatan bir tarzı vardır. Bu bambaşka tarzına rağmen pek az tanınır nedense. Babası Ahmet İzzet’in adını kullanarak şiirlerini Ahmet Erhan adıyla yayımlar ve bu avcılar escort isimle ünlenir. Aslen Mersinli olan şair, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını babasının işi sebebiyle Mersin ve Adana’da geçirir. Bu dönemde futbolla ilgilenir, Fatih Terim ile birlikte Adana Demirspor’un genç takımında oynar. Adıyamanspor’un sağ beki kaval kemiğini kırınca futbola küser. Terim, Galatasaray’a doğru yol alır, Ahmet Erhan şiire. Yaşadığı sakatlık sebebiyle futbolu bırakması, şiire ağırlık vermesinde etkili olur. Babasının emekli olmasıyla birlikte ailesiyle Ankara’ya taşınan şair, ekonomik sıkıntılar sebebiyle ortaokuldan sonra ara verdiği öğrenimini 1976-1980 yılları arasında Etlik Akşam Lisesi’nde tamamlar. Gündüzleri ise lisenin kantininde çalışarak geçimini sağlar. Lise yıllarında başlayan edebiyat hayatı yaşamının sonuna dek sürer. Romanlardan beslenmiştir Ahmet Erhan, Rus ve Fransız edebiyatından ve özellikle de Dostoyevski’den. Babasının isteği üzerine ona ciltlerce kitap okur, zira babasının gözleri iyi görmez. Ama bu babasının bir oyunudur, sırf oğlunu okuryazar yapmak için oynar bu oyunu. Sonra bir gün babasını gazetede küçük puntolu bir haber okurken yakalar ve oyun bozulur. İlk şiiri 1976 yılında Ataol Behramoğlu’nun çıkardığı Militan dergisinin 18. sayısında yayımlanır. Aynı yılın Haziran ayında babasını kaybeder. Babası ölene dek alkolden nefret eder ama sonrasında bayrağı kaptığı gibi meyhaneye koşar. Bu ölüm, şiirlerini daha da derinleştirir Ahmet Erhan’ın; zira kendisi tam bir babacıdır ve onun ölümüyle birlikte her şey ters yüz olur: “Seninle konuşurduk baba! Böyle gecelerde, iki bilge gibi. Karşılıklı bakışarak; Bazı şeyleri kavrayamasam da, dinlerdim. Belki sen de yeni bir şeyler bulurdun geçmişte, O dupduru yüreğini, yılların; Unutulmuş sularına bırakarak… İşte, bir minder daha koydum yanıma! Henüz sıcak, Sanki yeni kalkmışsın üstünden. Terliklerin şuracıkta, getireyim; Çayı da ocağa koyarım istersen… Annemse haber bekliyor ruhlardan! Namaz kılarak, tespih çekerek. Sen olsan gülerdin bıyık altından, Ben gülemiyorum baba! Ama bir insanı yüreğinde duymak için, Araya bazı kurallar koymaya ne gerek var? Anlayamıyorum, eğilip kalkmaya, dualar okumaya?” ***** Militan dergisinde yayımlanan toplu şiirleri ve Adnan Özer ile Yaşar Miraç’la çıkardıkları Yeni Türkü dergisinde yayımlanan şiirlerle, dönemin edebiyat çevrelerinde adından söz ettirir. Yeni Türkü Şiir Yayınları’nın kurucuları arasında yer alır. Birçok kaynakta belirtilenin aksine ilk kitabı bu yayınevinden 1979 yılında çıkan cep kitabı boyutundaki Akdeniz Lirikleri’dir. 1980’li yıllarda Doğrultu, Dönemeç, Türk Dili, Sanat Emeği, Yusufçuk, Gösteri gibi dergilerde yazar. 1981 yılında basılan “Alacakaranlıktaki Ülke” ile 22 yaşında Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanarak bu ödülü alan en genç şair olur. Sonrasında; 1992 yılında Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü, 1998 yılında Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü, 1999 yılında Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü, 2004 yılında Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü, 2005 yılında Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü, 2008 yılında Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü ve 2005 yılında da bütün eserleri için Dyonisos Onur Ödülü’nü alır. Gazi Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitiren Ahmet Erhan, yaşamı boyunca çeşitli özel eğitim kurumlarında Türkçe öğretmenliği yapar. 1985 yılında Kıymet Dolaner ile evlenir. Bu evlilikten 1986’da Ahmet Deniz adlı bir oğlu olur. Evlilik Öncesi Aşk Şiiri’ni eşi Kıymet Hanım için yazar: “Yağmurlar dinince yüzün başlardı; Bir çocuk utanırdı yanaklarından, Bir çocuk, gitgide dalgınlaştığından… Seni sevmek bir kitaptı açılıp kapanan; Açıldığı oldu da kapandığı olmadı, Ancak sonsuz, ancak geniş boyutlu… Ancak ufuk çizgileriyle bir düşünüyorum seni! Her taşın çevresine bir ayla dolanmış, Her yolcu ilk rastladığı handa konaklamış, Ve bir daha çıkmamış bir ömür boyu… Ateşle suyun öpüştüğü yerdedir yüzün! Alkole baktığım gecelerde bana süt getiren kadın. Donma ve kaynama noktalarını aştık sonunda, Bıçağın kemiğe dayandığı yerlere geldik. Kanayan bir yerimiz de yok! Alışkanlıktan tütün basıyoruz her yanımıza… Taşlardan bile kokunu sağıyorum şimdi. Sigaraların deldiği sarhoş masa örtüleri; Ki, her birine bir ırmak gerekir kapanmaları için. Gökyüzüne iki nokta açtım gözlerin için, Dudakların için iki yaprak kopardım. Bize artık karların yağdığı bir yaz günü yaraşır, Göçmen kuşların döndüğü bir güz, olsa olsa… Ötesi, kendini iki imzayla onaylatan dünya…” ***** 70’li ve 80’li yılların sosyo-politik ortamında şiirini kuran Ahmet Erhan, 1980 kuşağının toplumcu şairleri arasında anılmaktadır. Bu anlayıştaki şiirin kuşak içindeki kurucu şairi olarak kabul edilir. Onu döneminin şiirinden ayıran en önemli özelliği, şiirinde toplumsal olaylara gösterdiği duyarlılığın kişisel tarihi ve duygulanımlarıyla iç içe geçmiş olmasıdır. Ahmet Erhan’ın şiiri; bireysellikle toplumsallığı bir düşünen, ikisinin üstünde baskı kuran bir şiirdir ve dönemin bireysel şiir anlayışından etkilense de, onun toplumsallık üreten bireyselliği verili şiire bir tepkidir. Baki Asiltürk, 1980 Kuşağı Türk Şiiri adlı eserinde Ahmet Erhan’ın metne yansıyan toplumculuğunu vicdani bir toplumculuk olarak değerlendirir. Ona göre; şair sol ideolojiyi benimsemiş olmakla beraber, şiirine bunun ideolojik / kavramsal olmaktan daha çok, insani ve etik / estetik açıdan yansımıştır. Bu durum, onun yapıtlarını 1970’ler şiirinden ayıran temel özelliklerden biridir. Bu bağlamda Ahmet Erhan kuşağının bireysel şiirine de toplumcu şiirine de belli bir mesafede durmuştur denilebilir. Metin Celal de onun şiirini devrinin politik eğilimli şiirinden ayırır, onun slogan atanların arasından sıyrılıp kendi sesiyle konuşmayı başardığını söyler. Adnan Özer’e göre ise; Ahmet Erhan, çağdaş Türk şiirinde Cahit Sıtkı Tarancı, Ziya Osman Saba gibi örneklerle yükselen romantizm eğilimini sürdürmüş bir şairdir. Ama bir farkındalık da ortaya koymuştur. Özer; Ahmet Erhan şiirinde toplumcu, nihilist ve protest eğilimler olmak üzere üç yönelimden söz eder. Ahmet Erhan’ın şiiri ölüm, hayat, geçmiş, acı, umut, umutsuzluk, alkol ve Akdeniz konuları etrafında çeşitlenir. Bunlardan ‘ölüm’ ve ‘Akdeniz’, Ahmet Erhan şiirinin ayırıcı izlekleridir. Ölüm düşüncesi onun şiirlerinde bir metafor ya da felsefi zeminde tartışılan bir olgu değildir, aksine yaşam karşısındaki tüm gerçekliğiyle vardır. Şiirinde kendi bireysel yaşantısının olduğu kadar ölümünün de etrafında dolaşır, yaşamı da ölümü de sorgular. Ahmet Erhan’ın şiirinin bir diğer ayırıcı izleği olan -şairin kendi deyişiyle- “Akdeniz bilinci” onun şiirinin ana kanallarından birisidir. Doğaya, sanata, insana ve topluma bakışını belirleyen şeyin bu “Akdeniz bilinci” olduğunu söyleyen Ahmet Erhan, bu bilincin ‘dünyayı yorumlarken genel kategorilerin dışına çıkma, insanı tarihsel bir araç olarak görmeme’ noktasında kendisine çağdaş bir hümanizm anlayışı kazandırdığını söyler. Ahmet Erhan’ın Akdenizliliği; estetik bir yaklaşım olmakla beraber, kişisel yaşantısının izlerini de barındırır. Haydar Ergülen’e göre ise Ahmet Erhan’ın şiirindeki karamsarlık, acı ve hüzün düşünüldüğünde bu yönelime “Karaakdeniz duyarlılığı” demek daha doğru olur. Ahmet Erhan’ın ilk kitaplarında yoğun olarak yer alan Akdeniz, 1990’lardan sonra onun şiirinden tamamen çekilmese de yerini çoğunlukla kente, Ankara ve İstanbul’a bırakacaktır. Ahmet Erhan 1993’te kendisine yöneltilen ‘tekrara düşme’ ve ‘şiirini yenileyememe’ eleştirilerine “Yenilik Tutuculuğu” başlıklı yazıyla cevap verir. O, şiirde değişkenlikten değil ısrardan, derinleşmeden yanadır. Her kitabında farklı bir şiir yazanların anlayışını samimi ve doğru bulmaz. Her kitabında aynı şiiri yazdığını fakat bu şiirin kendi içinde yenilenip geliştiğini ileri sürer. “Yenilik Tutuculuğu” yazısında sözü edilenin yeniliğin değil aslında yenilikçiliğin söz konusu olduğunu söylerken, yenilikçiliğin bir çeşit tutuculuğa dönüştürülmesinin yanlışlığına işaret eder. Ahmet Erhan’ın Alacakaranlıktaki Ülke eserinde sesini bulan toplumcu hassasiyeti kimi zaman yerini bireysel yaşantının izdüşümlerine fazlaca bıraksa da son şiirine kadar devam edecektir. Resimli Ahmetler Tarihi’nde en belirgin hâlini bulan kişisel tarih anlatısı dâhi toplumsal göndermelerden arındırılmamıştır. Aksine Ahmet Erhan kişisel tarihinden bize ilişkin ve hepimizin ortak olduğu bir tarih çıkarmaktadır. Ahmet Erhan şiirinde toplumcu duyarlılık ve toplumsal sıkıntılar, nostalji duygusu, ölüm ve yaşam, yalnızlık ve acı, taşra ve kentin görünüm ve etkileri, aşk, aile ilişkileri (bilhassa babası ve oğlu ile ilişkisi) sıkça yer alan temalardır. Atasözleri, deyimler, kalıplaşmış kullanımlar ve argo ifadelerin özellikle ironik anlatımı kuvvetlendirme amacıyla kullanımı söz konusudur. ***** “Sen gelince uyuyorsam şaşırma, Mevsimdendir! Çayı ısıttım, çiçekleri suladım mı acaba? Bütün at yarışı müsveddelerimi yırttım. Türkiye yırttı, Musul Kerkük yolunda. Sen gelince yalnızsam sakın şaşırma, Kaybolmuş bir köpek ilânı gibi kaldım şu dünyada…” Şiir, müziğin düşü; Ahmet Erhan’ın ise gerçeğidir. Ahmet Erhan, günlük dilin üzerine sözcüklerin şiirsel günlüğünü yazmıştır. Eğer aşkın karşılığı aşksa, şiirin de karşılığı şiirdir. Şiirin karşılığı müziktir. Şiirin karşılığı düşünsel çağrışımdır. Şiirin karşılığı üretimdir. Şiirin karşılığı yaşamdır. Şair, sözcüklerin müziksel istiflerini, duygu ve düşünce duyarlılığıyla bütünleştirerek, şiirsel tüm öğelerin eşliğinde şiirin; halay değil, adeta semah çekmesini sağlar. Eğer yığma bir şiir yazıyorsanız; sözcüklerin yerini değiştirmeniz, şiirin dokusunda herhangi bir değişikliğe neden olmaz. Buna karşın iyi bir şiirde, hiçbir sözcüğe dokunamazsınız. Dokunduğunuz an bir yapı olan şiir çöker ve geriye sözcüklerin enkazı kalır. Ahmet Erhan’ın şiirlerinde, sözcükler yerli yerindedir ve şiirsel duygu insanı içten içe kuşatacak kadar canlıdır. Kendini şiirde tüm çıplaklığıyla anlatmayı başarmış şairlerimizden birisi de Ahmet Erhan’dır. Ahmet Erhan’ın konuşma dili şiirdir. Şiirinin en belirgin özelliği, şairine yabancılaşmamasıdır. Yazdığı her şiirin, bir sonrakini, bir sonraki şiirin de bir önceki şiiri aşması; şairin şiir üzerindeki birikiminin kanıtıdır. Onun en belirgin bir başka özelliği de, şiirlerini hiçbir şeyin kanıtı olmak için yazmadığıdır. Ahmet Erhan’ın şiiri; sürekli kendisini yenileyen, güncelliğini yitirmeyen bir şiirdir. Yazdığı her şiir, bir sonra yazacağı şiirden bağımsızdır. Şiirlerini bu bilinçle yazan şair, sözcüklerin hem şiirsel bağımsızlığını hem de bu bağımsızlığın şiirsel bütünlüğünü ciddiye alır. İyi bir şiirsever bu farklılığı, hemen fark edebilir. Bilir ki, iç dünyasının kapılarını kendisine sonuna kadar açmış bir şairle karşı karşıyadır. Canından çok sevdiği oğluna, “Oğlum”, sevdiği tek kadınına “Sevgilim” diyemeyen şair Ahmet Erhan‘ın yüreğinde; kırgınlıklar, yalnızlıklar, umarsızlıklar, ihanetler büyür. O, hem yaşadıklarını unutmak hem de acıların yüreğini daha derinden oyması için alkolün dostu olur. Alkol şairin, sessiz çığlıklarının tek alfabesidir. Ahmet Erhan, sistemin kirli kapılarını kendisine sonuna kadar kapatmakla kalmamış; bu kirliliğin içinde kendisini korumanın yolunu, kendine sürgün yaşamakta bulmuştur. Şairin iflah olmaz sürgünlüğü; şiiredir, şiirinedir… ***** Ankara yıllarından sonra kısa bir süre Ayvalık’ta yaşar. 2001 yılında İstanbul’a yerleşir ve burada ikinci evliliğini Hacer Günebakan’la yapar. Şiirleri çeşitli sanatçılar tarafından bestelenir, bunlardan Ahmet Kaya ve Yeni Türkü grubu ile şiirleri izinsiz kullandıkları gerekçesiyle davalık olur. İki defa alkol tedavisi görür, bunlardan birinde kendisine panik atak, diğerinde genetik bağımlılık teşhisi konur. Gırtlak kanserine yakalanıp uzun süre tedavi görür, geçirdiği ikinci ameliyat sonrasında sesini kaybeder. Özel Okmeydanı Hastanesi’nde 501 numaralı odada yatıyordu. Yatağa bağımlıydı ve yanında sevgili eşi Hacer kalıyordu: “Ben kendimi dağ sanırdım Hacer! Enginimde Konya Ovası, Çukurova, Harran… Eskiden benim de bir yurdum vardı, Yağmura direnen limon çiçeklerine benzer… Ben kendimi sarhoşken tanırdım! İnce belli bardaklarda anason kokusu, Kuşların bile kıskandığı piknikler. Karıncaezmez gençliğim yaşlılığı abarttı, Kalp kırıklığı, güz esintisi, kanser… Gün gün damlayan zaman – o da su! Ama şöyle bir gürül gürül akmadı, Ben kendimi ırmak sanırdım Hacer…” ***** Erken ayrıldı ya aramızdan bu ‘elde var hüzün’ şairi. Bize de şiirlerindeki o varoluşsal hüznü ve acıyı bıraktı. Biz de çabucak sahiplendik tabii… 10 yıl önce bugün bir şair öldü dostlar. 4 Ağustos 2013’te, İstanbul’da, tedavi gördüğü Okmeydanı Hastanesi’nde, tam da bir şairin doğum gününde, evet bildiniz: Turgut Uyar’ın doğum gününde Göğe Bakma Durağı’nda iniverdi. Öldü gitti amansız bir hastalık yüzünden. Bize de; yazdığı şiirlerde acısını, çilesini hissetmek kaldı. Ahmet Erhan’la ilgili ne yazsak eksik kalacak. İyi ki doğurmuş annen seni Ahmet Abi! “Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin. Sesini arıyor şimdi, unutulmuş bir yazın kuruyan dallarında. Masasını topluyor, kitaplarını, sigarasını; Yazı makinasını kapatıyor usulca… Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin. Onu artık kim sorar, kim anımsar? Soluk dergi sayfalarında kalmış birkaç şiiri; Nasılsa bir yerde su eritir, ateş yakar… Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin. Bir portakal çiçeğinin koynundaydı doğumu. Karlarına gömülürken dumanlı bir kentin; Belki bundan, uzak bir denizin inleyişleri duyuldu… Dindi türküsü yaralı cırcır böceğinin. Bir yaşam boyu yarasını sözcüklerin ardına sakladı. Sevdi çoğu insanı, tükenircesine sevdi; Çoğu sevgisinde yanıldı… Sorarlarsa, onun karların üstüne düştüğü yerden, Bir portakal ağacı fışkırdı dersin. Kanı özsu oldu, dallara yürüdü; Öldü dersin, ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü…” Ölümü uzun bir gülümseyişe dönüştü; babasına, annesine ve Behçet Aysan’a kavuştu. Saygı ve hasretle… Share on Facebook Share Share on TwitterTweet Share on Pinterest Share Share on LinkedIn Share Share on Digg Share