55 yıl önce 6 Haziran 1968’de hayata veda eder Kâzım Özalp…/ BAHA AKINER KÖŞE YAZARLARI by admin - 6 Haziran 20230 Sosyal Medyada PaylaşBugün bir devlet adamı öldü dostlar. Bugün Mustafa Kemâl ATATÜRK’ümüzün en güvendiği silah arkadaşlarından Kâzım Özalp öldü. 54 yıl önce bugün, 6 Haziran 1968’de, İstanbul’da… “En güvendiği” dedim de; mesela ATATÜRK, Başkumandan Meydan Muharebesi’nden söz ederken, kahraman Türk Ordusu’nun, zalim ve mağrur Yunan Ordusu’nu acı yenilgiye uğratan zaferini kumandanların görev anlayışına, vatana muhabbetine ve ortak düşüncesine bağlayarak şunları söyler: “…Hakikaten ordumuzun böyle kahhar bir netice alacağına benim kanaatim vardı. Kemal-i hürmet ve tebcil ile zikretmek mecburiyetindeyim ki, aynı kuvvet ve kanaatle bana iştirak eden bu zevattan birisi muhterem Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleridir. Diğeri Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ve üçüncüsü de, Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa Hazretleri’dir…” *** Kâzım Özalp; 17 Şubat 1882’de, o zamanki adı Titov Veles olan Kuzey Makedonya’daki Vardar Nehri üzerinde bulunan Köprülü’de dünyaya geldi. Kendisi gibi vatanına büyük bir muhabbetle bağlı subay olan babası Manastırlı İsmail Nazmi Bey ile Yıldız Hanım’ın dokuz erkek çocuğunun en büyüğüdür… Bir subay ailesinin ev ortamı içinde dünyaya gözlerini açan Kâzım Özalp; yaşı ilerledikçe, askerlik mesleğine ilgi duymaya başladı. Zaten bu istek, o dönem için Osmanlı toplumunda okumak isteyen pek çok Türk çocuğu için özlerinden geliyordu… Askerlik disiplinine ve geleneğine bağlı olunan ailede, anne ve babası da Kâzım Özalp’in asker olmasını istediler. Üsküp Askerî Rüştiyesi’ni üstün başarıyla bitiren Kâzım Özalp, oradan Manastır Askerî İdadisi’ne devam eder… 1 Mart 1900 tarihinde İstanbul’daki Harbiye Mektebi’ne kayıt yaptıran Kâzım Özalp, burayı da 1905 yılında parlak bir dereceyle bitirerek “Mümtaz Yüzbaşı” olarak Selanik’te bulunan 36. Alay’da askeri görevlerine başlangıç yapar… Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılır. 9 Ağustos 1910 tarihinde Menlik ilçe kaymakamı olarak atanır. 1911’de kurmaylığa yükselerek 29 Kasım 1911’de de Selanik Jandarma Alayı Takip Taburu Komutanı olur… 1912 yılında bağımsızlıklarına kavuşan Balkan Devletleri birleşerek, bir ittifak içinde Osmanlı Devleti’ne karşı savaş açarlar. Tarihte 1912-1913 Balkan Savaşları olarak yer alan bu savaş başladığında Kâzım Özalp, Vardar Ordusu Erkân-ı Harbiyesi’ne atanır… Balkan Savaşı süresince Kumanova, Pirtepe ve Manastır Muharebelerinde görev alır. Balkan Savaşı’nın en kanlı evrelerinden birisini oluşturan ünlü Çatalca direnişinde, Çatalca Ordusu’nun sol cenahı komutanlığının kurmay heyetinde bulunur… Bu sırada yüzbaşı olan Kâzım Özalp; Sırplar’ın güneye doğru yayılmalarına engel olmak için, Arnavut gönüllüleri toplamak üzere Iskrapar’a girer. Bektaşi dedelerinin yardımıyla topladığı gönüllülerden oluşturduğu güçlerle, başarılı direniş muharebeleri yapar… Ne yazık ki bu muharebeler sırasında Kâzım Özalp, o dönemde pek yaygın olan tifüs hastalığına yakalanır ve uzun süre hasta olarak yatmak zorunda kalır… Balkan Savaşları boyunca 1912’de Edremit Redif Tümeni Kurmay Başkanı, 1913’de Çatalca Ordusu Sol Cenah Komutanlığı, 1914’de de Van Jandarma Alay Komutanı olarak askeri komutada görev alır… *** Burada bir parantez açmak ve bir konuya değinmek isterim dostlar: Kâzım Özalp’in askerlik görevine fiilen başladığı yıllar; Osmanlı Devleti’nin askeri, sosyal ve ekonomik yönden büyük sıkıntılar yaşadığı yıllardır. Özellikle Balkanlar’daki huzursuzluk ve buna bağlı komitacılık hareketleri, merkezi hükümeti büyük sıkıntılarla karşı karşıya getirmiştir… Osmanlı Devleti’nin yitirdiği büyük toprak parçalarının yanı sıra, eldeki Balkanlar’da, özellikle Bulgar ve Arnavut çetelerinin merkezi hükümete yönelik başkaldırma hareketleri, pek çok kesimde ümitsizlik ve hayâl kırıklığı ile endişe uyandırmıştır… Özellikle Harp Okulu öğrencileri ile yeni mezun olmuş subaylar; memleketin bu kötü tablosu karşısında kaygılara kapılarak, bu gidişi mutlaka durdurmak gerektiğini düşünmüşlerdir. Bu nedenle; büyük bir şevkle, komitacılara karşı savaşmışlardır… Genç bir subay olarak, kendisini memleketinin saadetine ve bekasına adamış olan Kâzım Özalp de; memleketinin bu acı kaderine üzülerek, kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yerine getirmeye uğraşmıştır… *** Müsaadenizle kaldığımız yerden devam edelim dostlar: Balkan Savaşları’nın sonunda Osmanlı Devleti büyük toprak kayıplarına uğrar. Daha önce de belirttiğim gibi; Osmanlı Devleti’nin son bir çaba ile Edirne’yi geri alması sırasında, Edirne üstüne yürüyen ordunun sol cenah erkânı harbiyesinde Kâzım Özalp da yer alır… Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti’ne daha büyük felaketleri beraberinde getirir. Öyle ki; bu savaş sonunda, fiilen artık Osmanlı Devleti tarihten silinecekti… Birinci Dünya Savaşı başladığında Kâzım Bey binbaşı rütbesinde bulunuyordu ve Van’daki Jandarma Alay Kumandanıydı. Binbaşı Kâzım Bey, bölgedeki jandarma taburlarıyla hudut bölgelerini de emri altına alır. Böylece, Van Seyyar Jandarma Fırkasını kurar. Bu fırka ile Dilmen, Rumiye, Hoy, Saray ve Van yakınlarında, Ruslarla yaptığı başarılı muharebeler nedeniyle kaymakamlığa (yarbay) terfii eder. Bu görevindeyken Kiği, Erzurum ve Kemah yakınlarında yaptığı muharebelerdeki başarılarından dolayı muharebe imtiyaz madalyası kazanır ve miralay (albay) olur… 1917 yılının sonunda, Tirebolu’daki 37. Kafkas Fırkası Kumandanlığına getirilerek burada da Trabzon ve Batum’un Ruslardan geri alınmasında önemli bir rol oynar… Birinci Dünya Savaşı da, bütün bu büyük fedakârlıklara karşın, Osmanlı Devleti’nin acı yenilgisiyle sonuçlanmıştı. Mondros Mütarekesi’nden sonra öz Türk toprakları olan Anadolu bile talihsiz işgallere şahit olmuştu. Bu tarihte Kâzım Özalp, Şarköy’deki 60. Fırka Kumandanıydı… Güçlü devletlerin, bir maşa gibi kullandıkları Yunanistan’ı Anadolu’nun bağrına doğru itmeleri, Türk Milleti’nde haklı tepkiler uyandırmıştı. Tepkilerin en anlamlısı ise hiç şüphesiz, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali ile ortaya konulan tavırdı. Miralay Kâzım Bey, o gün kendini bu tepkilerin içinde bulmuştu… Doğu Cephesi’nden gelmiş olan Kâzım Özalp, izinli olarak İzmir’de bulunuyordu. Mondros Mütarekesi’nin ağır hükümlerinden ve bu hükümlerin güçlü devletlerce en ağır biçimde Osmanlı Devleti’ne uygulatılmasından milli vicdanı sızlıyordu… Kâzım Özalp anılarında; mütarekenin tüfek süngü kollarının, top kamalarının ve diğer harp malzemesinin depolara konularak teslim edilmesi koşulunu hatırlatarak, bunun vicdanı üzerinde son derece ağır tesirler yaptığından söz eder. Bu tavrını ise şöyle açıklar: Bu gibi sıkıntılı günlerde Anadolu’da bulunmak istedim ve bir buçuk ay izin alarak İzmir’e gittim… Oysa tanık olduğu bazı konular, O’nu bir parça olsun rahatlatıyordu. O da, merkezi hükümetin bütün nasihatlarına, uyarı ve tedbirlerine kulak asmayan Türk vatanperverlerinin uyanış ve direniş hareketleriydi… *** İşgalden önce, ünlü İzmir Maşatlık Mitingini yakından görmüş, başta Türk Ocağı olmak üzere, cemiyetlerdeki çırpınış ve arayışın kutsal boyutlarına tanık olmuştu. Nitekim pek çok İzmirli vatanperver idealistin şehrin içindeki savunma hareketinin imkânsızlığını görerek, yakın kazalardaki halkı ikaz ve memleketi savunmaya hazırlamak amacıyla harekete geçme çabaları O’nu pek etkilemişti… Bundan dolayı Menemen’e gitmeye karar verir. Öyle ki, Haydar Rüştü Öktem anılarında; Kâzım Paşa’nın, Redd-i İlhak Cemiyeti’nin hazırladığı beyannameye bütünüyle katıldığını belirttikten sonra çevresindeki vatanperverlere, kendisinin Menemen’e gideceğini, onların da sonradan birer vasıta bulup Menemen’e gelmelerini ve birleşip ortak hareket etmelerini telkin ettiğini söyler… Haydar Rüştü’ye göre Kâzım Özalp, İzmir’in işgalinden önce kendilerine yol gösteren en önemli kişiydi… Kâzım Bey, Menemen’de Jandarma Alay Kumandanı olan kardeşi Asım’ın yanına gitmek istiyordu. Yanında ise yedek subay olan küçük kardeşi Fethi vardı. Bütün tehlikeleri göze alan Kâzım Bey; sivil kıyafetler içinde, yanında kardeşi Fethi olduğu halde tren istasyonuna gitti… Bu dönemde istasyon, mütarekenin başlangıcından beri bir Fransız müfrezesi tarafından işgal edilmişti ve işletme işini de Fransızlar üstlenmişti. Sivil kıyafetler içinde olan Miralay Kâzım Bey; nöbetçi Fransız askerine Fransızca olarak Menemenli bir tüccar olduğunu, Menemen’e gitmek istediğini söyleyerek yardımcı olmasını rica etti. Şirket memurlarının itirazına rağmen O, ısrarcı tavrıyla trene binmeye muvaffak oldu. Tren hareket edip, Kâzım Bey Karşıyaka’yı geçerken, işgal askerlerini boşaltacak olan Yunan gemileri de İzmir Limanı’na giriyorlardı… Miralay Kâzım Bey, pek hunharca bir Yunan davranışın eseri olan İzmir katliamını Menemen’de öğrendi… Yüzlerce sivil, asker, bürokrat Türk, Yunan kurşunları ve süngüleri altında can vermişti. Haydar Rüştü o kötü günü; “Güzel İzmir’imin saçlarını kanlı bir düşman pençesi parmaklarına doluyordu” diyerek tasvir eder… Miralay Kâzım Bey ise bu kadar hunharlıklar sonrasında, artık Türklerin karşı koymalarını vatanseverlerin bir “vazifesi” olarak görüyor, “mukaddes” ve “meşru” olarak niteliyordu… Artık O, kardeşi Asım ve Menemen’in işgalinde şehit olan Kaymakam Kemal Bey’le birlikte, halkı harekete geçirebilmek için neler yapılabileceğini araştırıyordu… Bu nedenle Manisa, Akhisar, Kırkağaç, Soma ve Balıkesir üzerinden Bandırma’ya gitti, halkla temas kurdu. Hızla silahlanmalarını isteyerek, yedek subayların kumandasında işgale karşı koyan İzmir çevresindeki direnişçileri örnek gösterdi. Bu vatanseverler gibi Redd-i İlhak teşekkülleri oluşturmalarını teklif etti. Bandırma’ya, 61. Fırka Kumandanı olan Muhittin Bey’i görmeye giderek onunla neler yapılabileceği üzerinde konuştu. Vasıf Bey’le (Çınar) görüşerek, ulusal direniş konusu etrafında fikir alışverişinde bulundu… Manisa’ya geldiğinde; yol boyunca uğradığı yerlerde halktan milli kuvvet oluşturma düşüncesinin uyandığını, bunun için canla başla çalışıldığını gördü. İstanbul’dan Bandırma’ya gelerek, kendisi gibi milli cepheler kurmaya çalışan Miralay Bekir Sami Bey’le görüştü. Onun, İzmir’in işgalinden sonra sağa sola dağılan subay ve askerleri intizama sokmak görevini üstlendiğini öğrenince, oluşturulacak bu ulusal güçlere kumandan olmaya karar verdi ve bu kararını Bekir Sami Bey de destekledi… *** Yunanlılara karşı ilk düzenli mukavemetin Ayvalık’ta, 172. Alay Kumandanı Kaymakam Ali Bey (Çetinkaya) ve Köprülülü Hamdi Bey tarafından başlatılması, Kâzım Bey’i oldukça etkiledi. Artık milli mukavemet ruhu gelişiyordu. Kâzım Özalp de bu savaşın içinde fiilen yer almak istiyordu. Bu nedenle resmi bir sıfatının olmasının yararlı olacağını düşünerek kılık değiştirip İstanbul’a gitti. Burada Erkan-ı Umumiye Reisi Cevat Paşa’yla görüştü. Düşünce olarak milli direniş fikrine yakın birisi olan Cevat Paşa, O’na bu düşüncesinde hak vererek padişah iradesi olmaksızın 61. Fırka Kumandanlığına tayin etti… Bu fırkanın merkezi Bandırma’daydı. Miralay Kâzım Bey, İstanbul’da bazı subay arkadaşlarını Anadolu’ya geçmeye teşvik ederek Bandırma’ya geldi… Bu fırkanın kumandanı Miralay Muhittin Bey, çekimser yapısı olan bir kişiydi. Kaymakam Ali Bey (Çetinkaya)’in anılarında, Kâzım Bey kumandan olmadan önce 61. Fırkadan beklenen etkinliğin görülemediğine ilişkin yakınmalardan bahseder… Gerçekten de bir süre sonra, Batı Anadolu’daki direniş cephelerinin kurulmasında üç ismin baş sırayı aldığını görürüz: Bekir Sami Bey, Kaymakam Ali (Çetinkaya) Bey ve Miralay Kâzım (Özalp) Bey… Nitekim ATATÜRK Büyük Nutuk’ta; İzmir cephesinin kuruluşundan söz ederken, 172. Alay Kumandanı Ali Bey ile 61. Fırka Kumandanı Kâzım Bey’den övgüyle söz eder. Bu güvenin gereği olarak Mustafa Kemâl Paşa, 56. Tümen Komutanı Bekir Sami Bey ile 61. Fırka Kumandanı Kâzım Bey’e, “Anzavur İsyanı” üzerine “fevkalade” yetkiler verildiğini bir genelge ile bildirmiştir… *** Kuva-yi Milliye’nin örgütlenmesinde önemli bir rol oynayan Kâzım Özalp, Heyet-i Temsiliye tarafından, İzmir Kuzey Cephesi Komutanlığı’na atanır… İstanbul’un işgali sonrasında Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması, Kâzım Bey’de radikal tedbirler alma düşüncesini doğurur. Nitekim O, yeni açılacak meclisin Anadolu’da toplanmasının pek doğru olacağını düşünmesinin yanı sıra, ulusal egemenlik ilkesinin yaşama geçirilmesini de düşünmüş ve desteklemiştir. Ki, bu düşünceyi ATATÜRK’ün de taşıdığı bilinmektedir… Bütün bu özverili vatanperver çalışmalarıyla Kâzım Özalp artık, Mustafa Kemâl’in güvendiği üç komutandan birisi olmuştur. Gelibolu civarında, Akbaş mevkiinde, Fransızların korumasındaki depolarda bulunan silahların Anadolu’ya nakledilmesinde oynadığı rol yanında, Biga ve Gönen’den başlamak üzere Anzavur’a ve Gâvur İmam’a karşı yaptığı muharebeler tarih içindeki önemini korur… Nitekim Anzavur’un Bandırma’ya girmesinden sonra Balıkesir’i de ele geçirmesinin mümkün olduğunun ortaya çıkması üzerine, cephe komutanlarına gönderdiği bir genelgede şunları söyler: Asilerin Balıkesir’i ele geçirmeleri Yunanlılarla irtibat kurmalarını sağlayacaktır. Bunun ne kadar vahim bir sonuç doğuracağını tahmin edersiniz. Ben son itaat edecek neferim kalıncaya kadar dövüşeceğim. Fakat maksat şahsi şeref değil, ortak ve mukaddes bir gayedir… Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmadan önceki en önemli isyanlardan birisi olan Anzavur İsyanı, milli kuvvetlerin fedakâr subayları ve askerleri sayesinde bastırılabilmiştir. Bu başarıdaki onur paylarının en büyüklerinden birisi de, hiç şüphesiz ki Kâzım Özalp’indir… *** İç Ayaklanmaları, özellikle Batı Cephesi’ndeki Yunan ilerleyişi sırasında çıkan bir dizi muharebe izlemiştir… 1920 yılı içinde yaşanan Eskişehir-Kütahya, I. ve II. İnönü Muharebeleri; 1921 yılındaki Sakarya ve nihayet 1922’de Büyük Taarruz ve Başkumandan Meydan Savaşı, Türk topraklarını kan gölüne çevirir. Bütün bu büyük olayların içinde Kâzım Özalp da vardır ve cephede ulusunun zaferi için savaşmaktadır… Özellikle, Sakarya Savaşı içindeki Duatepe Muharebesi’nde, adını tarihe altın sayfalarla yazdıran kahramanların en önde gelenlerinden birisi de Kâzım Özalp’tir. Bu savaşta öyle büyük yararlılıklar göstermiştir ki, savaş sonrasında rütbesi kadirşinas Türk Milleti adına, 13 Eylül 1921de Fahrettin Paşa ile generalliğe yükseltilir… Garp Cephesi Kurmay Başkanı olarak Kurtuluş Savaşı’nda görev yapmış olan Asım Paşa (Gündüz), Sakarya Savaşı’nın en şiddetli ve kanlı muharebelerinin yapıldığı Duatepe Muharebesi’nde tanık olduğu güzel bir hatırasını şöyle dile getirir: Ortada bir cılız tavuk ile, dört beş dilim siyah ekmekten başka bir şey yoktu. Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti. Gazi Paşa, İsmet Paşa, ben, Kâzım Bey sofraya bağdaş kurduk. Atatürk Kâzım Bey’e dönerek, ‘Erlere yiyecek ne verebildiniz?’ dedi. Kâzım Bey şaşırdı, durakladı: ‘Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık’. Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el atmadan yürüdü. O akşam hepimiz aç yattık… İşte Kurtuluş Savaşı bu fedakârlıklarla kazanıldı. Sonuçta ise Türk milleti, hakkı olan bağımsızlık ve özgürlüğü, bu fedakârlıkları sayesinde elde etti… *** 15 Ocak 1922 tarihinde Kâzım Paşa, Millî Müdafaa Vekilliği’ne vekil olarak getirilir. Böylece O’nu, bir taarruzla düşmanı vatan topraklarından atacak Türk Ordusu’nun her yönden güçlendirilmesi gibi büyük bir görev bekliyordu. Bu yeni göreve atandığı gün büyük bir şevkle cepheden ayrılarak Ankara’ya hareket etti. Ve 17 Ocak’ta, TBMM’nde bir konuşma yaparak şunları söyledi: Ordumuz, meclis-i alinin arzusuna tamamıyla uygun bir surette vazifesini ifa etmektedir. Buna emin olunuz ve daha mühim olan asıl vazifesini de her zaman ifaya kadirdir. İnşallah zamanı gelince -ki o da yakındır- bunu ispat edecektir… Gerçekten de O, yoğun bir çaba sarf ederek, orduyu teçhizat yönünden güçlendirmeye çalıştı. Hatta bu konuda anılarında; “Millî Müdafaa Vekilliği’ni üzerime aldığım zaman, ordumuz Sakarya Savaşı’nın kayıplarını henüz yerine koyamamıştı” der… Ordunun kayıplarını yeniden kazandırmada ve daha da güçlendirmede O’nun ne denli özverili çalıştığını gelişmeler göstermiştir. Büyük Taarruzdan yaklaşık bir ay kadar önce, 17 Temmuz 1922’de, TBMM’nin bir gizli oturumunda vekâletin mali durumu hakkında ayrıntılı bilgi verir… On gün sonra, Büyük Taarruzun plânını komutanlarla görüşmek için gizlice Konya üzerinden Akşehir’e gelen Mustafa Kemâl Paşa, yanına Kâzım Paşa’yı da alır. Burada birlikte, ordunun ikmal hazırlığını ayrıntılı olarak görüşürler. Nitekim Mustafa Kemâl, işin başından beri Fevzi Paşa ve ismet Paşa’nın yanında Kâzım Paşa’nın kendisine bütünüyle iştirak eden üçüncü kişi olduğunu belirtmiştir… *** Büyük Taarruz… Büyük Taarruz; 26 Ağustos 1922 sabahı, fecirle birlikte başlar. 9 Eylül’de, Yunan askerlerinin İzmir’de denize dökülmesine kadar ağırlıklı olarak süren bu büyük ve kutsal savaş, Anadolu’yu yeniden Türkleştirdiği gibi, ebedi Türk yurdu olduğunu bütün dünyaya ispat etmiştir… Bu savaş süresince büyük bir özveri ve şevkle çalışan Kâzım Paşa, savaşın hemen bitiminde yorgun düşmekten hastalanır. Yorulmuştur artık… Bu yorgunluk, bedensel bir yorgunluktur. O’nun düşünceleri ve idealleri dipdiri ayaktadır. Ve bu milli inancı, O’nu hasta yatağından kaldırmak için en etkili ilaç olmuştur… 14 Ağustos 1923’te kurulan Fethi Bey Hükümeti de O’na aynı görevi verir. Milli Müdafaa Vekili olarak bu hükümette de başarılı çalışmalar yapan Kâzım Paşa, bu görevini 30 Ekim 1923’te kurulan ve 6 Mart 1924te yenilenen İsmet Paşa hükümetlerinde de sürdürür… 26 Kasım 1924 tarihinde TBMM Başkanlığı’na seçilir ve bu görevini 1935 yılına kadar aralıksız sürdürür. 1 Mart 1935’te TBMM Başkanlığı’nda ayrılan Kâzım Paşa, tekrar Millî Müdafaa Vekili olur. Bu görevinden de 17 Ocak 1939’da istifa ederek ayrılır… Bu tarihten sonra 4 yıl süreyle CHP Meclis Grubu Başkan Vekilliği yapar. Türkiye, fiili olarak çok partili rejime geçtiğinde Van milletvekili olarak parlamentoya girer. Bu seçim yılı sonunda, yani 1954’te, 72 yaşında iken politik yaşamdan bütünüyle ayrılır… *** Kâzım Özalp bu tarihten sonra 14 yıl boyunca, aile ortamının sıcaklığı içinde yaşamını sürdürür… Hayatı başarılarla dolu olan Kâzım Özalp; gerek askeri dehası, gerek yüksek vatanseverliği ve devrime bağlılığı, gerekse, büyük devlet adamlığı yönüyle, Mustafa Kemâl ATATÜRK’e karşı hep güven ve itimat oluşturmuştur… Kâzım Özalp, öğrencilik yıllarından başlayarak askeri ve siyasi hayatı boyunca Mustafa Kemâl Atatürk’ün en yakınındaki ve en güvendiği isimlerden biri olmuştur. Nitekim Kâzım Özalp de bu güveni boşa çıkarmamış, askeri ve siyasi sahada üstüne düşen her vazifeyi layıkıyla yerine getirmiştir. Sonuçta çöken bir imparatorluktan yeni bir devlet ve ulusun çıkarılmasında Mustafa Kemâl ATATÜRK’ün en önemli yol arkadaşlarından biri olmuştur… Kurtuluş Savaşımızın cesur komutanlarından, Cumhuriyet dönemimizin ise “vefakâr” devlet adamlarından Kâzım Özalp, kendisine “Özalp” soyadını veren ATATÜRK’e bağlılığını bir “milli görev” olarak görmüş ve bunu ömrü boyunca sürdürmüştür… *** 55 yıl önce bugün, 6 Haziran 1968’de, üçüncü kez geçirdiği bir kalp krizi sonunda İstanbul’da hayata veda eder Kâzım Özalp… 86 yıllık, onurlu ve başarılarla dolu bir yaşam… Bu büyük asker ve devlet adamı, yüce ulusuna şan ve şeref dolu bir mazi bırakmıştır. Cenazesi İstanbul’dan Ankara’ya uçakla nakledilir. Yıllarca en üst düzeyde görev yaptığı TBMM önünde düzenlenen törenden sonra 8 Haziran 1968’de Cebeci’deki Asker Şehitlikte toprağa verilir… Minnetle ve saygıyla anıyorum Kâzım Özalp’i. Minnetle ve saygıyla anıyorum, hiçbir karşılık beklemeksizin bağımsızlık için ömrünü adayan ve bu vatanı VATAN yapan ATATÜRK’ü, tüm silah ve çalışma arkadaşlarını… Huzurla uyuyun. Bir Türk olarak, aynı atalarımızdan öğrendiğimiz gibi, gösterdiğiniz yolda, tuttuğunuz ışıkla durmadan yürüyeceğime ant içerim… Share on Facebook Share Share on TwitterTweet Share on Pinterest Share Share on LinkedIn Share Share on Digg Share