Buradasınız
Anasayfa > KÖŞE YAZARLARI > 2 Devrimciye; Minnetle, Saygıyla / BAHA AKINER

2 Devrimciye; Minnetle, Saygıyla / BAHA AKINER

Sosyal Medyada Paylaş

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, 2. İnönü Zaferi kazanıldığında; 1 Nisan 1921’de, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya telgraf çeker:

’’Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstilâ altındaki talihsiz topraklarımızla birlikte bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor… Düşmanın istilâ hırsı; azminizin ve vatanseverliğinizin, yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu…’’

***

Mustafa Kemâl’in en yakın dostuydu İsmet Paşa… Sakin ve soğukkanlıydı… Paşa ise, heyecanlı ve atik… Bu yönüyle bile tamamlıyorlardı birbirlerini… Dostluğuna, görüşlerine ve kararlarına hep önem verdi Mustafa Kemâl…

***

24 Kasım 1934, Cumartesi… Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından oy birliğiyle ve 2587 sayılı kanunla, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e “ATATÜRK” soyadı verildi… Hemen ertesi günü! 25 Kasım 1934, Pazar… 87 yıl önce bugün… Çıkarılan özel bir kanunla; ATATÜRK, İsmet Paşa’ya “İNÖNÜ” soyadını verdi…

Soysuzlar ne derse desin! İsmet Paşa; soyadını, savaş meydanlarında kazandığı zaferlerden almış, bir komutan, kocaman bir devlet adamıdır…

İsmet İNÖNÜ; gerek Batı Cephesi Komutanı, gerek Lozan Delegasyon Başkanı, gerek ilk Başbakan, gerekse ikinci Cumhurbaşkanı olarak; Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK’ten sonra, kurtuluşun ve kuruluşun da ikinci adamıdır… Bu böyle biline…

***

Bu arada; bilen, bilmeyen için… Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK; Cumhuriyet’in kurulmasının ardından, hemen ertesi günü, 30 Ekim 1923’te, İsmet İNÖNÜ’ye mektup yazar:

LÜTFEN DİKKATLE OKUYUNUZ!!!…

“Sevgili Paşam! Cumhuriyet’in ilk Başbakanı olarak seni düşünüyorum… Dur, hemen itiraz etme! Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın…

Bizi yine büyük bir savaş bekliyor! Durumumuzun bir bölümünü, Cephe Komutanı ve Lozan Baş Delegesi olarak elbette biliyorsun… Büyük devletlerin, bu sefil durumuza bakarak; kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını, Lozan dönüşü sen bize anlattın… Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim…

Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı… Yoksul bir köylü devletiyiz… Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız, yok denecek kadar az… 4 bin kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz… Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız; vatanın bütünlüğünü sağlamamız, şart…

Denizciliğimiz acınacak durumda…

Köylümüzü topraklandırmalı; ihtiyacı olana, bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız…

Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni; Cumhuriyet’le de, insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız…

Her yerde tefeciler halkı eziyor…

Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz… Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor…

Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136… Pek az şehirde eczane var… Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor… Üç milyon insanımız trahomlu… Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde… Bit, ciddi sorun… Nüfusumuzun yarısı hasta… Bebek ölüm oranı yüzde 60’ı geçiyor…

Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe…

Telefon, motor, makine yok! Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz! Kiremiti bile ithal ediyoruz…

Elektrik, yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var…

Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114 bin 408… Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor…

Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek!…

İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı! İktisatçımız da çok az… Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz… Halkın eğitimi çok önemli…

Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz…

Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor…

Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler…

Bütçemiz, gelirimiz yetersiz… İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz…

Hedefimiz, milli iktisat…

Bağımsızlığın sürekli olması için, iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı… Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı…

Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var… Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren; ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney… Ama yılmamak; ucuz – geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, Milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız…

Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik… Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız…

Bunun için gerekli yöntemi – yolu birlikte arayıp bulacağız… Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız… Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği, kutsal bir görev bu! Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim… Allah yardımcımız olsun…”

***

Ben ağlayarak bitirdim son cümleleri yazmayı dostlar. Sizi bilemem… Bildiğim; tam da içinde yaşadığımız bu zor zamanlarda, “Ekonomik Kurtuluş Bayramı” diyenlerin, minnettar olduğumuz KURTULUŞ’un ve KURULUŞ’un bu 2 ADAM’ına, 2 devrimciye, “2 Ayyaş” demesi…

İçiyorsa, sana ne?

Her 2 devrimciye de, saygı ve minnetle…

Bir yanıt yazın

Top