Buradasınız
Anasayfa > Genel > Banu Özyürek’le Söyleşi

Banu Özyürek’le Söyleşi

Sosyal Medyada Paylaş

“Poz” adlı kitabı üzerine konuştuk. “Bir Günü Bitirme Sanatı” ile okurların hafızasında yer edinen yazar, bu kitabında da anlar yaratmış, farklı duygu açılımlarına kapı açmış.

Mehmet Özçataloğlu: Öykülerinizi yazarken konu seçimini nasıl yapıyorsunuz? Önce konuyu belirleyip üzerine çalışıp sonra kurgular mısınız yoksa geldiği anda oturup yazarsınız ve yazarken konu şekillenir mi?

Banu Özyürek: Konu seçerek başlamıyorum, aslında nasıl başladığımı bilmiyorum da. Muhtemelen bir süredir bilerek/bilmeyerek taşıdığım bir düşünce, bir görüntü, küçük bir tesadüf ya da herhangi bir şeyle tetiklenerek kafamda belli belirsiz şekillenmeye başlıyor. Bir kere görünür olduğunda ve gördüğüm şey hoşuma da gitmişse, artık onu hayal ediyor, tasarlıyor, düşüncemde sürekli onunla oynuyorum. Sanırım yeteri kadar belirginleştiğinde de o ilk cümleyi kurma isteği doğuyor. Ama başladığım yer ile bitirdiğim yer arasında hem zaman hem konu hem de konuyu ele alış biçimi açısından büyük farklar oluyor genellikle. Yani her seferinde; yazmayı istemek, yazmayı istediğim şeyi keşfetmek, yazmayı istediğim şeyi yazmaya cesaret etmek ve sonra onu yazmayı öğrenmek gibi aşamaları olan bir süreçten geçiyorum.

Mehmet Özçataloğlu: İlk kitabınız “Bir Günü Bitirme Sanatı” okurdan hak ettiği ilgiyi görmüştü. Şimdi de “Poz” benzer bir ilgiyle karşılandı. İlk kitapla kıyaslayınca buradaki öykülerin daha sert olduğu görülebiliyor. Nedir kaleminizi böyle sertleştiren?

Banu Özyürek: Şimdi yine bilmiyorum diye başlayacağım ve hiçbir şey bilmiyormuşum gibi olacak ama, bir metnin üretim süreci benim açımdan çok planlı gerçekleşmiyor. Sizin sorularınızla birlikte ben de düşünüyorum ve bazı tahminlerde bulunuyorum. İlk akla gelen tabii, bendeki değişim. İlgileriniz, kendinizle ve dünyayla ilgili fikirleriniz, bakışınız, kavrayışınız yerinde sayan şeyler değil. Ha bu değişimin sebebi nedir; insan her gün bir şey öğreniyor, herhalde  en basit nedeni budur.

Sizdeki değişim yazdıklarınıza da yansıyor. Yazıyla yapmak istedikleriniz, yapabilme beceriniz de değişiyor. Yazmak, hatta yazmanın da ötesinde düşünmek cesaret işi. Cesaret de bazen zaman işi. Yazarken beni zorlayacak şeylere bakışımı çevirmeye daha fazla cüret ettim herhalde bu defa.

Aslına bu değişim kitaptan kitaba değil, başlı başına bir öykünün yazım sürecinde bile gerçekleşiyor. Çünkü metinlerimin ilk hali epey ıvır zıvırla doludur; asıl konuya giremiyor, belki o an için asıl konunun ne olduğunu kendim de bilmiyor ve bir miktar kuru gürültü yapıyorum. Ancak bir süre sonra gerçek hikâyeyi görebilecek ve belli bir zaman sonra da onu yazabilecek bir noktaya geliyorum. Onun öncesi hep bir hazırlık, bir deneme yanılma ve güç toplama gibi.

Mehmet Özçataloğlu: Öykülerinizde toplumun içinde görünür olmaktan korkanları ya da başka bir deyişle kenardakileri karakter olarak seçmişsiniz. Nedir sizi buna yönelten?

Banu Özyürek: Bana sorarsanız kenarda değiller; hepimiz her an ortadayız, hatta belki arzu ettiğimizden fazla ortadayız ya da ortada olmayı arzuluyor ama sonra bunun yükünü taşımakta zorlanıyoruz. Çünkü görünür olmak, bütün gözlerin yargısına açık olmak kolay bir şey değil. Benliğimiz için hiç bitmeyen, yorucu bir savaş. Yazdıklarımda genellikle bundan kaynaklanan endişelerle mücadele etmeye çalışıyor insanlar. Ve evet, dediğiniz gibi korkuyorlar ama korkularına teslim olmak da istemiyorlar. Bu konu bana çok insanî, yazılmaya değer geliyor.

Mehmet Özçataloğlu: Yapış Yapış adlı öyküde en temel gereksinimimiz olan “su”yun yokluğunu işlemişsiniz. Öte yandan öyküdeki karakterin “çorap, salep, desen” derdine düşmesi… Çok da yabancısı olmadığımız bir karakter aslında. Siz ne demek istersiniz bu konuda?

Banu Özyürek: Çözemeyeceğimiz ya da çözüm mücadelesine girmekten korktuğumuz konularda, hiç olmayacak hayallerin peşine düşerek çözüm ihtimalini ve o çabanın koşullarını tamamen ortadan kaldırma ya da küçük küçük meselelere odaklanarak bir tür oyalanma ile yine asıl konudan kaçma gibi tepkiler geliştirebiliyoruz. En azından kendime ve çevremdeki insanlara baktığımda böyle oyunlara meyilli olduğumuzu görüyorum. Hikâyenin bahsettiğiniz kısmı da insanın kendisi için icat ettiği bu küçük oyunlara bir gönderme.

Mehmet Özçataloğlu: Kafe Planet Planet, sonunda okuru ters köşe yapan bir öykü. Alışagelmediğimiz bir ilişki davranışıyla sonlanıyor. Öykünün sonuna varmadan okurun zihninde başka başka şeyler canlanıyor. Çıkış noktası nedir bu öykünün?

Banu Özyürek: Başlangıçta o benim için sadece bir atmosfer öyküsüydü. Yani huzurlu ve sıcak bir ortamı düşünmekten mutlu oluyordum ve onu yazmak istedim, hani yazıp daha elle tutulur bir şey haline getirmek. Fakat dediğim gibi başlangıç noktamla vardığım yer genelde epey farklı oluyor. İnsansız bir ortamın anlamı olmayacağı için kafeye iki kişi yerleştirdim ve o iki kişi de hayal ettiğim huzuru dinamitleyecek çeşitli gerilimlerle geldiler. Kafedeki ihtimaller benim için de yazdıkça şekillendi ve çoğaldı. ‘İhtimal’ Planet hikayesi için kilit sözcük. Hikâye bu sözcük etrafında şekilleniyor. Okurun zihninde başka başka şeyler canlanıyor diyorsunuz ya, işte tam olarak bu aslında.

Mehmet Özçataloğlu: Son olarak kitabın adına gelmek istiyorum. Kitaptaki öykülerin arasında “Poz” başlıklı bir öykü yok. Genel olarak kitaba, öykülerden birinin adının verildiğini düşünürsek farklı örneklerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Peki, neden POZ?

Banu Özyürek: Kundera’nın Roman Sanatı kitabında Dante’den bir alıntı var: “Her eylemde eylemi yapanın ilk niyeti kendi imgesini ifşa etmek, ortaya çıkarmaktır”. Bunu tutalım, bir de bu ifşanın sonuçları var; başkalarıyla ilişkilenmekten doğan kaygılar, yargılara açık olmanın endişeleri, daima bir konum alma ihtiyacı, insanlara ve yeni durumlara göre, vesaire… Yani varlığımızın birbiriyle alakalı alakasız pek çok görünümden oluşması. Böyle bakınca Poz bana insan olarak bütün hikâyemizi ve bu kitapta yer alan hikâyeleri de saran bir sözcük gibi geliyor. “Yeni makine için yeni poz” olarak düşünmüştüm başlangıçta ama arkadaşım Selçuk Orhan Poz’u önerince bu ismin temiz, kendi halinde ama sözünü de net bir şekilde ortaya koyan tavrı bana çok yerinde geldi. Tabii ne kadar kendi halinde? Sonuçta o da sesini duyurmak için var. Son öykünün son cümlelerini hatırlarsak, bu isim dönüp kendini de vuruyor aslında.

KAYNAK https://edebiyatburada.com/banu-ozyurekle-soylesi/

Bir yanıt yazın

Top